Tarih; 26 Aralık 1996 ---SON---

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Soğuktu hava... Çok soğuk... Titriyorlardı... Yıldız caddesinde yürüyorlardı yavaş, yavaş.... Isıtmak için bedenlerini, sıkı sıkı sokulmamışlardı birbirlerine bu sefer.... Aralarında ki boşlukta gezinen soğuk hava dalgası daha da üşüttü onları...


Tek kelime etmiyorlardı... Suspus halleri acıtıyordu zamanı. Aslında kadın adamı istiyordu, adam da kadını.... Ama hayır, kararlıydı kadın bu sefer dudaklarını dudaklarına, dilini dilini değdirmeyecekti adamın... Kızgındı... Nasıl yapardı böyle bir şeyi? Nasıl bir başkasının olma kararı alırdı? Nasıl hiçe sayardı aralarında ki bu güçlü, bu güçlü.... Her neyse, adı neyse neydi işte...

Kadınının içi buruk, gözleri ıslaktı... Adam ise mahçup ve utangaç...

Kadın - Neden olup bittikten sonra anlatıyorsun ki bana bunları? Olmuş bitmiş artık, konuşmak bile lüzumsuz...

Adam - Olan biten bir şey yok alt tarafı bir nişan, çok önemli görmüyorum bu durumu. Hem sen değil miydin bana "Seninle evlenmeyi asla düşünmem" diyen? Tepkin anlamsız...

Kadın - Haklısın... Tepkim anlamsız... Bu duruma "Alt tarafı bir nişan" demenden A...' nun haberi var mı acaba? Ne kadar kırılır düşündün mü hiç?

Adam - Neden şimdi A...' dan bahsediyorsun ki? Neyse, çok soğuk Hasanlara gidelim mi? Bir kahve içer, konumuzu orada tartışırız...

Kadın - Boşver, hem işim var benim... Hatta buradan ayrılsak iyi olur...

Adam - Olmaz öyle şey... Hadi, taksiyle 2 dk'da oradayız...

Arkadaşlarında;

Matem havası ile girilir arkadaşlarının evine. Tanışmalarını sağlayan Hasan da mahçup durmaktadır kadının karşısında. Sanki sorumlusu kendisiymiş gibi...

Yalnız bırakmak ister arkadaşları kadın ve adamı. Oysa kadın asla yalnız kalmak istemez. Çünkü, bilir ihtirasına yenik düşeceğini. Bir taraftan adamdan nefret etmesi gerektiğine kendisini inandırmaya çalışmaktadır, diğer yandan ise istemektedir, için için adamı... Arasında kalmıştır duygularının... Arkasına bile bakmadan çıkıp gitmeli mi? Yoksa tadınımı almalı (yine) adamın... Gitmek mi, kalmak mı? Ne yapması gerektiğine bir türlü karar veremez kadın. Ama çıkıp gitmek en mantıklısıdır o an... Çıkar ve gider. Binanın dönen merdivenlerinden hızla inmeye çalışmaktadır. Bitmez o an merdivenler. Adam hemen peşinde, seslenir arkasından; Yalvarırım gitme... Bu şekilde olmaz... Adam ağlar bu sefer... Kadın kendini kötü hissetmiştir... "Hayır, o bana bunu yaptı ama, ben ona bunu yapamam" diye düşünür ve döner geri...

Duyguları ile savaşmaya kaldığı yerden devam eder yine....

Çok sürmez kendi kendine verdiği savaş ve odanın ortasında, adamın dudaklarında bulur kendini. Deli gibi öpüşmeye başlayalı ne kadar oldu kimbilir? Zaman durdu mu, akıyor mu belirsiz... Sevişgen ruhlarıda devreye girmişti işte şimdi... Delirmiş gibiydiler... Sanki ilk kez keşfediyorlardı vücutlarını. Dokunmalara elleri ve dilleri yetmiyordu artık... Çıldırmak bu olsa gerek...

Önceki sevişmelerinin uzunluğunun aksine, çabuk buldu bu sefer adam kendini kadının derinlerinde. Ve kadın, çok çabuk hissetti içinde adamı... İkisinin de yüzüne oturmuştu artık hüzünlü ifade...

Adamın sertçe gidip gelmeleri arttıkça, kadının gözündeki damla damla yaşlarda artıyordu... Bir yanda aldığı müthiş zevk, diğer yanda kaybettiği adamı... Sıkı sıkı sarılıp hiç bırakmak istemez adamı. Sarıldıkça adamın güzel sırtına gömer içine, sarıldıkça gömer... Çok sürmez kadının içinde dolaşması adamın... Nihai sonu yaşamıştır her ikisi de...

Önceki sevişmelerinde attığı orgazm çığlıklarının aksine, hüngür hüngür ağlıyordur bu sefer kadın... Kadın ağladıkça adam sarıp sarmalar kadını. Kadın ağlar, adam gözlerine bakamaz kadının... Kadın ağlar, ağlar, ağlar... Hızla kalkıp giyinmeye başlar. Adam da ağlar yine... Umursamaz kadın bu sefer...

Ve son kez çıkıp gider o kapıdan. Son dokunmalarıdır birbirlerine. Son hissetmeleridir birbirlerini... Son kez sinmiştir kokuları üstlerine...

Tarih; 26 Aralık 1996



Foto; Deviantart

Read more...

KUMDAN BEBEKLER

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Kızgın güneşin altında yatmaktadır Kum Kadın … Güneşin kızgınlığından ziyade, içinde ki boşluktur yakan kadını.

Etrafta kimseciklerin olmadığına inanarak sadece içindeki boşluğa yönelmiştir. Aklı ona büyük oyunlar oynamaktadır o an…
Etli ve biçimli dudakları var kadının… Koyu siyah gözleri… Cezp eden iri, dolgun göğüsleri… Kalçaları şuh, hele yürürken…
Sırtüstü uzanmış kadın kumlara, göğüsleri dimdik. Elleri iki yanında… Aşka ve heyecana aç bir şekilde, parmaklarını üzerinde dolaştırdığı kumlarla mutlu etmeye çalışıyor kendini. Avuçluyor, sıkıyor ve mıncıklıyor. Avuçluyor, sıkıyor ve kum kaplı zemine bırakıyor tekrar.
Vücudu, nedenini bilmediği bir gücün etkisinde yanıyor ve kavruluyordu kadının. Yanı sıra bacak araları ıslanmaktaydı. İçindeki ihtiras dayanılmaz bir halde, aklı karışmış. Neredeyse karşısına çıkacak olan ilk erkeğin ırzına geçecek hale gelmiş. Avuçluyor, sıkıyor ve mıncıklıyor, uzun süreden beridir devam ediyor böyle yapmaya....

Kadının hemen ilerisinde kendisini şehvetle izleyen Kum Adam vardı bir de. Uzun boylu, geniş omuzlu, kas yığını değil ama güzel vücutlu, biraz etli dudakları ve çıkık poposu ile yakışıklı sayılacak ölçüde bir adam.

Adam kadını nicedir uzaktan izlemekte ve bir yandan da dikkatini nasıl çekeceğine dair fikirler üretmekte… Kadını gördüğü anda aklından geçirdiği tek şey, bu harika varlığı bir an önce becermek olmuştur.

Diğer yandan haberdar değil hala kadın izlendiğinden. Bu nedenle umursamaz ve davetkâr tavırlarla (farkında olmadan) devam etmektedir kumlarla sevişmeye…

Kum Adam kadını izledikçe kasıklarının sancısı artıyor. Kabaran yerlerini okşayarak bastırmaya çalışıyor ve hala kadının dikkatini nasıl çekebileceğine kafa yoruyordu. Kadının içinde olmanın vereceği zevki düşününce karnı ile midesi arasında ince bir sızı hissediyordu…
Yere dudakları, göğüsleri ve vajinasını da belirlediği bir kadın resmi çizdi. Aceleyle üzerine uzandı ve bastırdı kasıklarını kızgın kumlara. Ama nafile… Sertleşen penisi dimdik olmuştu artık ve ilacı, kadının vücudunun her bir santimetresinde saklıydı. Teninde, terinde, dudaklarında, göğüslerinde, güzel boynunda ve ipeksi vajinasında kısaca her yerindeydi ilacı adamın... "Ahhhh" iç geçirdi adam bunları düşününce ve çektiği eziyetle yerinden kalkıp, hızlı ve koşar adımlarla attı kendini serin sulara.
O da ne? Ayak seslerini duyarak irkildi kadın. Sesin geldiği yöne bakınca gördü Kum Adamı ve ilk dikkatini çeken mayosunun önündeki gizemli ve vahşi duran penisi oldu... Gözünü alamıyordu, yüz üstü dönüp kalçalarını havaya dikerek uzandı bu sefer ve izlemeye koyuldu adamı.... Kafasında, türlü senaryolar yaşamaya başlamıştı kadında...
Kısa bir süre sonra;

Üzerinden berrak su damlacıkları süzülerek çıktı adam kıyıya… Kum Kadının dikkatini çekmeyi başarmıştı artık. Kendisinden etkilenmiş olduğu besbelliydi göğüsleri daha da dikleşmiş, göğüs uçlarının iri üzüm taneleri gibi olması dikkatinden kaçmamıştı. Kum Adam, kadının o muhteşem memelerini avuçlarında, o iri üzüm tanelerini de dudakları ve dişlerinin arasında hayal etti bir an. Dayanamayacağını düşündüğü esna da (bu seferde) kadın yerinden kalktı ve hızla attı kendini serin sulara…

Kum Kadın yüzerek kayalık bir burna doğru ilerlemeye başladı. Gittikçe gidiyordu. Durumun farkına varan Kum Adam kadını gözden kaçırmaktan korkarak alelacele sigarasını ve çakmağını bir poşete koyup mayosunun kenarına bağlayarak kadının ardından attı kendini sulara. Yazık ki kadın görünürlerde yoktu, kuş olup uçmuştu sanki. Daha seri kulaç atmaya başladı adam, tedirgindi. Çok sürmedi kayalarla buluşması. Sıkıca bir kayaya tutunup çıktı kıyıya, sağa sola ve dönüp dönüp endişeyle denize sıkça bakındı, malesef yok kadın.
Etrafı kolaçan eden Kum Adam kadının orada olabileceğini ümit ederek bulduğu boş bir mağaraya bakınıp, içeride kimsenin olup olmadığına dikkat verdi. Ne bir ses vardır, ne nefes. Karanlıktır mağara...

Poposunu incitmeyeceği bir yer seçti gitti ve oturdu ümitsizlikle. Şortuna iliştirdiği poşeti alıp, sigarasını ve çakmağını çıkardı içinden… Bir dal çekti yaktı hırsla. Kadının kokusunu alıyordu, deliye çevirdi bu koku onu.

O esnada kadın erkeğin yaktığı sigaranın kokusunu ve belli belirsiz çıkardığı sesleri duydu ve uygun bir delikten dışarı baktı, gelen o adamdı. Garip bir haz hissederek, dışarı çıkmaya karar verdi ve çıktı.
Şaşkınlık, sevinç ve heyecan yaşadı adam kadını görünce. Adama yaklaştı. Adam kadının gözlerinin içine baktı, bir sigara da ona uzattı.
Kadın etli dudaklarının arasına alıp sigarayı, adamın oturduğu yere eğildi. Kadının göğüsleri diriydi, adam nefis bir koku duymuştu, başı döndü o kokudan. Bir an gözleri takıldı ama sigarayı da yaktı hemen. Elleri titremekteydi... Kadın elini tuttu adamın. Yanan sigarası ile tam karşısına geçerek bağdaş kurup oturmuştu kadın. Şimdi göbeği, kalçaları ve göğüsleri tam da adamın görebileceği hizadaydı. Adam kadının bacaklarının arasındaki o muhteşem görüntüye baktı, zaten sudan çıkmış kadın, bir şey fark edemedi ama şişkinlik gözünden kaçmamıştı.
Bir kaç nefes çektikten sonra kadın sigarasını adama uzatır, adam kadına verir içtiğini “böylesi daha güzel” der kadın.
Sonra yerinden kalkar ve adamın elinden tutar, mağaraya doğru yönelirler. İkisinin de kalbi yerinden çıkacak gibi atmaktadır. Mağaraya atılan ilk adımda kadın adamı sertçe duvara yaslamış ve dudaklarına yapıştırmıştır etli dudaklarını. Dil ve dişlerini kullanarak sertçe öpüşmeye başlamışlardır. Kadın adamın kısacık saçlarını takıp ellerine çekiştiriyor, adam iki eliyle kadının poposunu kavramış, kasıklarına bastırıyordu. Uzun, uzun öpüştükten sonra ani bir hamleyle adamın şortuna yapışıp, güzel poposunu açıkta bıraktı kadın. Adamın erkekliğini kavradığı gibi güzel dudaklarından içeri aldı. İsteyerek, büyük bir şevkle... Ustaca ileri geri yaparak, dili ve dudakları ile sıvazlamaya başladı penisini. Adamın erkekliğini emdikçe iştahı kabarır kadının. Sulanır, sulandıkça sulanır, sulandıkça sulanır kadın. Kadının ağzında patlamayı engellemeye çalışmak için olduğu yere yığılır adam. Artık sert olmuştur hamleleri her iki Kum bebeğinde. Adam daha fazla dayanamaz ve yırtarcasına çıkartır kadının bikinisini. Göğüs uçları hala üzüm tanesi kadardır kadının. Şehvetle alır dişlerinin arasına. Birbirlerini, kanatırcasına ısırmaya başlamışlardır artık. Doğa onları ateşlemiş, onlar ise aralarında kural olmaksızın bu ateşlenmenin hazzını yaşamaya karar vermişlerdir. En hassas noktalarını okşuyor, birbirine karışmış olan kokularından dolayı baş dönmesi yaşıyorlardır. Adam kadının bacaklarını omuzlarına alır ve kadının ıslak sertliğine hafifçe değdirir dudaklarını. Nefistir.... Kadından çıkan her inilti adamı o sertliğe daha da, daha da çok gömer... Dili içindedir kadının. Tadı ekşimsidir, kokusu baştan çıkarır. Dayanmakta güçlük çeker adam. Ansızın kadının üzerini örter ağır bedeniyle. Adamın ağırlığı kadını daha da baştan çıkarır. Çok fazla istemesine rağmen hemen içine girmeyi düşünmüyordur adam. Elinde tuttuğu penisini kadının vajinasının ve klitorisinin etrafında dolaştırmaya başlar. Kadın inleyerek - Hadi s.k beni- diye yalvarır adama –Hadi, hadi-. Sıvıları karışmış ve kayganlaşmıştır sürtündükleri nokta. Adam sürtünür, sürtünür, sürtünür ve artık içinde olmayı ister, tek hamlede kuytuluğuna atar kendini kadının. Aynı anda kadından yükselen zevk çığlıkları yankılanır mağarada. Adam oldukça güçlüdür, kadının içini dövdükçe kadın zevk çığlıkları arasında kendini kaybetmektedir. Adam girer, çıkar, döver. Kadının göğüsleri iner çıkar... Tekrar boşalmamak için dayanılmaz bir güç sarf ederek çıkarır penisini içinden kadının. Zor olmuştur bu adam ve kadın için. Şimdi sokacağı yer yine kadının o güzel dudaklarıdır. Ama bu sefer ters döner ve kendiside kadının o gizemli deliğine sokar dilini. Hızlı ve şehvetle birbirlerini emerler. Yaşadıkları hazzın tarifi yoktur, daha fazla dayanamazlar bu zevke. Ve içerler birbirlerini, içerler, içerler... Birbirlerinin içine aktıkça erir Kum Kadın ve Kum Adam.... Akarlar, içerler ve erirler... Akarlar, içerler, erirler...........

Aktıkça azalır, azaldıkça biterler...
Artık bir kum yığını haline gelmiştir her ikisi de. Zevkten erirler… Erir ve Ölürler....


P.S; Ayıp; Tanımlanamayan kelime... Yazarın ayıbı yoktur zira...


Read more...

SÜRMESİNİN İZİ ADAMIN: "ÖPTÜ VE ÖLDÜM"-II

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Her türlü sihirli sözcüğü aradım. Buldum sandım; bulamadım. Hiçkimse içimde açılan ve gittikçe büyüyen o dipsiz boşluğu dolduramadı. Bunun adı lanetti. Laneti, en "sevdiğim" senden aldım. Sen istemesen de kötülüğümü; senden aldım laneti.
Belinde uyumak. Kimseyle yapamadığım ve yapacağım. Lanet belki de orda başladı. Bir gün ölüp gideceğiz dediğimde kendime.. mutluyum gene de. "Yerine koyamadığı bir aşkı" yaşayamayanlar çağındayız. Ben o çağ içinde yaşadım seni. Sürmesinin izi adamın.
Sen. Belinde uyuduğum tek adam. Bir şeyler gidiyor benden. Önleyemiyorum. İçime girip çıkan .. her türlü zehir misali can alan vuruştan arınamıyorum.
Sana veda ettim. İçim sızlıyor. Cızcız yanıyor yüreğim. Lanetini taşıyamıyorum artık ben. "Bir tek şansım" şansım olsun isterdim. Olmadı. Sana veda ettim. İçimdeki boşluğu başka birinin dolduramayacağını; ve doldurmasını istemediğimi bilerek ben gittim. Cızcız yanan içim, şimdi cayır cayır yanan yeşili kavruk kahveye dönen bir orman gibi. Yeterince yanıp söndüğünde yangın... başında durup küllerin.. bakacağım.. kaç can yanmış içinde.. kaç hayvan ve hayvancık.. kaç böcek ve böcekcik.. ve kaç sürüngen ve sürüngencik.. ve kaç kuş.. ve kuşcuk. Umudum, birkaç kuşun havalanıp özgürlüğüyle kanatlarının.. göğe yükselecek olması.. yanan canlardan "kaçıp kurtulması". Umudum, umudumun havalanması o kanatlarda.

Read more...

Deli... Tehlikeli...

31 Temmuz 2009 Cuma

Sabahın ilk ışıklarıydı. Güneş yeni doğmakta, kapalı perdelerin arkasından kızıllığını inatla odaya sokmaya çalışmaktaydı. Perdeleri hafifçe aralayan kadının gözleri kamaştı önce ve sonra izin verdi odanın içine dolmasına güneşin. Açtı perdeleri sonuna dek. Yasaksızca değdi güneş diri göğüslerine, biçimli dudaklarına ve geniş, kusursuz omuzlarına kadının.... Heyecanlıydı ve isterik...

Ürpermişti kadın öncesinde, garip bir haz hissetti sonrasında buluşunca güneşle....

"Sen mi daha çok yakarsın, ben mi?" diyerek kafa tutmaya başladı o devasa ateş topuna. Güneş inat, kadın güneşten de inat. Deli.....

Tüfek sesini duyduktan sonra vurulan avın nereden düşeceğini merakla ve de hevesle bekleyen av köpeği misali, beklemeye koyuldu avını. Günlerce, gecelerce... Her çıtırtı, her bir ses avına yaklaşmışcasına heyecanlandırıyordu kadını. Her bir çıtırtı av olma ihtimaliydi onun için... Tehlikeli.....

Beklemedeydi... Bekleyecekti avını, taa ki ağına takılana kadar...

image;http://radina.deviantart.com/art/Woman-39229621

Read more...

jazz fusion

1 Temmuz 2009 Çarşamba

..sonra bir kıvılcım çaktı kafamda. güldüm..

ellerimle omuzlarını okşadım. kaslarını ve kemiklerini tanıdım yine. kollarından sırtına aktım, dudaklarına döküldüm. boynu tutku tadıyordu, kokusu değişilmezdi. yatağa itekledim. ateş yakmaya çalışan ilkellerdik. çenesini parmaklarımla kavrayarak ruhunu çekiyordum içime. sonra kemerine uzandım, armızdaki engel bir parça kumaştı. yarı sert organında bir bebek uysallığı vardı daha. gözleri hafif ıslak bir bebek diyelim. yeterdi artık, çekip çıkardım tişörtünü. esmer bir ova uzanıyordu karşımda. topraklarında koşturduğum eşsiz bir diyardı burası. hiçbir noktayı atlamadan kokladım kaynağa varana dek. farklı olsun istemişti bu sefer.

öptüm, kokladım, yaşlarını dilimle temizledim. o masum bebek gözlerimin önünde etten bir hançere dönüştü. sonra üzerine yattım, o kadifemsi vadiye. ellerimin kontrolü yoktu. sıcacık bedeninde yüzüyordum kulaç kulaç. dudaklarımız dillerimizi bağlayan birer kanaldı. gözlerimiz bir kapalı, bir açık. sıra dışı bir durum yoktu halbuki. marjinalliği kendisi katıyordu terli ortamımıza. yer değiştiriyorduk sonra. yer gök oluyordu, hayır hayır, gök yerle bir oluyordu. gök yoktu ütopyamızda

"istiyor musun?"

nasıl bir soruyduysa bu.. gözlerinde haklı bir usanmışlıkla süzdü zavallı bedenimi. en gereksiz saniyeler pozisyona karar verirken gidiyordu bu anlarda. =) onu da bulduk. yavaş olmalıydı bu an, canını yakmak beni de acıtırdı, canı yanınca içindeydim. değişivermişti birden dengemiz. şimdinin doğası kendine münhasırdır. deneysel bir jazz fusion parçasıydı ritimlerimiz. tekdüzeliği yoktu, değişiyordu işte. sonra..

Read more...

Jilet Kesikleri.

30 Haziran 2009 Salı

HAYALİN ÜRÜNÜ... Hemen Her Şey gibi..
Sokağın başında bekliyor. Taksiden iniyor kadın. Uzaktan da olsa sevgilisi sanmak istiyor kadın adamı. Ama değil işte. Adama doğru yürüyor. Eve vardıklarında ne olacağını çok iyi biliyor hem kadın hem adam. Olacaklara rağmen birbirlerine olan nezaketlerini koruyorlar. Ne kadar da saygıyla karşılanıyor kadın. Gecenin üçü çoktan geçilmiş. Adam sevencenlikle selamlıyor kadını. Apartmana doğru yürüyorlar. Kadın, ne konuştuklarını anımsamıyor hiç. Ne zaman paniklese yaşamın kıskacında bu kadın hep bu adamı arıyor. Adam, sevgilisi değil.
Dairenin kapısı açılıyor. Tanımış olduğu gibi daire; olduğu gibi duruyor. Salona geçiyorlar. Kanepe açılmış; sanki sevgiliymişcesine sevişecekleri ve uyuyacakları yatak bu kanepe. Kadın duvara dayalı tekli koltuğa; adam ise yere oturuyor-sırtı kanepeye dayalı. Kadın, yabancısı olduğu ve yabancısı olmadığı dolaptan bira alıp geliyor. Bir adama bir kendine. Adamın, içesi de yok içecek hali de. Nezaketi elden hiç bırakmıyor adam. Biliyor ki kadın konuşacak.
Kadın konuşuyor. Özetini geçiyor kıskacında olduğu yaşamın. En son kaldıkları yerden alıyor ve bırakıyor bulundukları ana yaşamını. Adamın gözleri kapandı kapanacak. Ama dinliyor kadını. Kadın emin bundan. Hala da emin.
Sonrası geçmiş günlerin tekrarı seremonisinde. Kadın, banyoya gidiyor. Adamdan aldığı jiletle kendini temizliyor. Kendini temizliyor. Jiletliyor. Dakikalar... Dakikalar... Dakikalar... Uzayıp gidiyor. Jilet bedeninden kayıp gidiyor. Birkaç damla kan geliyor. Kan damlayamıyor.
Salona döndüğünde sevgilisi olmayan adamı, yatakları olan kanepede gözleri kapanmış buluyor kadın. Sesine uyanıyor adam kadının. Usulca üstünden atlayıp yatağa giriyor kadın.
Kadın da biliyor ki adam da memnun. Acelesi yok. Sarılası var. Sarılıyorlar. Sağ yanından öpüyor kadın adamın boynunu. Sonra karışıyor boyunlar. Boyunlar.. Bedenler..
Kadın aşağıda inleyen adama bakıyor gözucuyla. Yeniden kapıyor gözlerini. Koskocaman bir boşlukta adamın elleri kalçasında. Kadın, yükseliyor ve iniyor. Yükseliyor ve iniyor. Adamın elleri kadının kalçasını sıkıştırıyor an an. An an çifte dönüyor inlemeler. Sonra tempo yükseliyor. Kadın kendi elleriyle göğüslerini seviyor. Adamın elleri, kadının kalçalarını boşluğa bırakıp göğüslerine yöneliyor:
"Harika.... "
"Harika....." "Bebeğim.... Canım....."
"Harika.... Bebeğim... Canım..."
Kadın düşünüyor. Kadın şaşırıyor. Duymak istedikleri sözcükler, sevgilisi olmayan bu adamdan geliyor. Yanlış adamdan.
Kadın yanlış adamı inletiyor. Sözcükleri duyulmaz olsun. Tükensin istiyor. İniltileri adamın, dağ başında yankılanıyor. Dağın tepesine çıkıyor adam.
Kadının kanı, yatağa damlıyor. Jilet kesikleri kan damlatıyor. Kan, kadının içinden yatağa geçiyor. Başka bir adamdan kanı kadının.

Read more...

Zincirin bir halkası

15 Haziran 2009 Pazartesi

Ertesi;

"şşşşt Bora",
Tam da o sırada dibine doğru düşmemek için karanlık ve dipsiz gibi görünen uçurumun, bir elimle sıkı sıkıya kavramış olduğum ardıç ağacının dalını bırakmak üzereydim. Ayaklarım boşlukta o kadar güzel salınıyor ve o kadar da rahattı ki...
"şşşş Boracığımmmm",
Sesin bana gittikçe yaklaştığını farkedebiliyorum şimdi. Uçurumdan aşağıya bakıyorum, eskisi gibi karanlık değil, diplerine ve derine gittikçe koyulaşan karanlık yerine derinden ve diplerden yukarıya, can havliyle düşmemek için tutunmuş olduğum ardıç ağacının koluna(artık bir dal değil o) çoğalarak ve gizde kalmış ne varsa açığa çıkararak yaklaşan aydınlık...
Aydınlık yaklaştıkça da bilmeye başlıyorum,
"Günaydın tatlı şey",
"Günaydın canım. Nereye geldik?"
Garip garip yüzüme bakıyor.
Yatağımda geriniyorum. Kollarım yastığımın ardına başımın üstünden arkaya doğru dönüyor. "Ohhh" ile "Oww" arasında garip bir inilti çıkarıp,hafifçe kıpırdanarak, kalçalarımı ve belimi yatağın en rahat olduğu yere korunmasız bir biçimde iyice seriyor ve yerleştiriyorum.
"Kalk hadi tembel şey, günü kaçıracağız"
Öyle halsizim ki bunu dillendiriyorum.
Elindeki fotoğraf makinesini bırakıp yanıma geliyor, sol elinin içiyle alnıma dokunuyor, "biraz ateşin var" diyor düşünceli düşünceli. "İstersen kahvaltıyı odamızda yapalım ne dersin?"
"Ihhhh" diye inliyorum. "Azıcık zaman verirmisin bana".
"Peki"
Gözlerimi kapatıyorum. Uykumun her neresinde kaldıysam oradan devam edebileceğimi umarak. Ama hala aydınlık.İyice yumuyorum gözlerimi. Evet oluyor gibi azıcık karanlık buluyorum bir yerlerde. Hızla ilerliyorum içine karanlığın, işte az evvel tutunduğum ardıç ağacının kolu orada. Ver elini ardıç ağacı...
"Şrraaak"
Deklanşörün sesini nerede olsa tanırım. Uyku ile uyanıklık arasında bile. Gözlerim uyarısız açılıyor birden. Duygun tam karşımda,bir ayağını kendi yatağının üzerine atmış, sırtını küçücük odamızın banyo duvarına yaslamış, bir gözü vizörde bir gözü bende, iyice gerilmiş diğer ayağı yerde taş zemine sıkı sıkıya yapışmış, bedenini iyice arkaya gererek tüm ağırlığını duvara ve yerdeki ayağına aktarmış bir biçimde fotoğrafımı çekiyor. Ayak bilekleri o kadar gerilmiş ki, bir kadında bu kadar güçlü kasların olabileceğine inanamıyorum. Bir kez daha basıyor deklanşöre,
"Lütfen yapma" diyorum. Umursamıyor.
"Canlan biraz"
Ben bitkin halimle yatağımda ve beyaz çarşafların arasında bir fareye, o ise elinde tuttuğu sihirli zaman kıskacı aletiyle bir kediye benziyoruz. Ben karelere yansımak istemedikçe o kareleri üzerime geçirip deklanşöre basıyor, yakaladığı her kareden memnun gülümseyerek, yeni bir kare için pozisyonunu ve duruşunu değiştiriyor.

Her ne kadar poza yansıyan benmişim gibi görünsem de, aslında onun fotoğrafımı alabilmek için aldığı pozisyonlar, yay gibi gergin vücudu, her hareketinde bacaklarının ve kasıklarının yeni bir detayını gözlerimin önüne seren kısacık eteği, içine giyilmesi ihmal edilmiş sütyensiz penye ve incecik tişörtünün, her iki yanına simetrik dağılmış siyah ve kabarık iki nokta.
İşte bu durum rolleri an ve an değiştiriyor.
Toparlanıyor, Kendi yatağının üzerine dizlerinin üzerinde çöküyor. Sırtını bu kez tam karşıma denk gelen banyo duvarı ile kesişen penceresiz duvara yaslayıp konumlanıyor. bacakları o kadar gergin ve zaten oldukça kısa olan eteği beline doğru o kadar çok toplanmış ki,kasıklarının her hareketini izleyebiliyorum. Öne eğildikçe göğüsleri büyüyor ve dolgunlaşıyor, geriye doğru çekildiğinde ise kasıklarına yayılan bol dökümlü, hafif ipekli kumaştan koyu renkli ve kelebek desenli, eteği kalçalarını iyice açığa çıkararak dökülüyor. İşte o an iyice kabarmış, siyah bir gizemli üçgen ile yüzyüze buluveriyorum kendimi. Dantel dokusu ise belli belirsiz ip uçlarını kazıyor belleğime.Kırmızı şeritleri gidilebilecek olası yolları betimliyor gibi..
'Ah bu haliyle gelip te kucağıma bir otursa', Bunun bir duası varsa bile ben bilmiyorum.

Birden bire yatağında hoplayarak öne geliyor. Ayaklarını yere uzatıp yavaşça ayağa kalkıyor, Fotoğraf makinesinin sarma motorunun düğmesine basıp geriye sarıyor çektiklerini.
"Film bitti" Diyor. Yanakları kızarmış bir perçemi sol gözünün üzerine düşmüş, Hafifçe dudaklarını büzüp yukarıya doğru üfürüyor. Perçemi de havalanıp eski yerine konuveriyor usulca. Elimi fotoğraf çantasına doğru uzatıp işaret parmağımla, "orada" diyorum. Hiç ikiletmiyor.

Dar ve biçimli kalçalarını sallayarak kırıta kırıta sandalyenin üzerinde duran fotoğraf makinesi kutusuna doğru yöneliyor. O kadar gerilmiş ve sertleşmişim ki, sol elim çarşafın altında kasıklarıma doğru yöneliyor. Sertçe ve tüm gücümle sıkmaktan alamıyorum kendimi. Öyle yoğun bir enerji ve öylesine kurulmuş bir saatli bomba yerleştirmiş ki kasıklarıma, tek başıma patlamaktan korkuyorum.

Kurulmuş bir yay, zembereğin önüne dayanmış koca bir mızrak, ve birinden biri kopacak yerinden, bunu bir yerlerden anımsıyorum....

Birden gerisi geriye dönüyor. Bir şey sormak için hazırlandığı o kadar kesinken duraladığını farkediyorum. Çarşafın altından yukarıya doğru sivrilmiş yukseltime takılıyor bakışları. Bir elimin görünür bir yerlerde olmadığını farkedince iyice afallıyor.
"Sen bir şey istiyor musun diye soracaktım çantandan" diyor.
"Bir sigara" diyorum "Yakıp ta verebilir misin bana"
Gülümsüyor. Eğilip fotoğraf kutusundan filmi alıyor. Tecrübeli parmakları ile makinaya yerleştirip hafifçe sarıyor filmi. Bir yandan göz ucuyla çarşafın altındaki elimin belli belirsiz kıpırtısını takip ediyor...

Filmin güvenli bir biçimde takıldığından emin olduktan sonra, fotoğraf makinesini sağ elinin avuç içine oturtarak yatağımın kenarına geliyor. Sol eliyle sertçe ve hızla altına gömülmüş olduğum çarşafı çekip alıyor üstümden. Bir veya iki adım geriye gidiyor, gerilmiş bacaklarım yatağın dışına öyle taşmış ki. "Biraz yukarıya çıkarmısın" diyor. Toparlanıp yukarıya çekiyorum kendimi. Eğilip yastığımı düzeltiyor. Yeniden yaslanıyorum yastığıma. Ancak bu sefer başım değil sırtım yastığa gömülüyor.
"İşte oldu" diyor. Sol eli sağ omuzumun hemen yanında yastığa yaslanıyor. Hareket ettikçe tam göz hizamda belli belirsiz salınıyor göğüsleri. başımı azıcık eğsem ve aralasam dudaklarımı, tam da dalından ısırarak yiyebileceğim olgun bir meyvayı andırıyorlar.
"Beni bu haldeyken çekmeyeceksin değil mi"
"Fotoğraflarını mı?"
"Hıhı"
İyice yaklaşıp gözlerini gözlerime dikiyor. İşte uykumun arasında uyanıp ardıç ağacının elinden düşüp aydınlıkta kaybolduğum yer burasıydı diyorum. İri kara ve alev alev yanan göz bebeklerinin içindeki dipsiz heyecan dolu fırtınalar...
Fotoğraf makinesini elinden bırakıp alnıma dokunuyor.
"Hala ateşin var senin"
"Söndürelim mi"
Birlikte kikirdiyoruz.
Ardından birden bire göz bebeklerinden bir yangın fışkırıyor üzerime. Korunmasızım.
Sertçe dudaklarıma yaslıyor dudaklarını. Önce hiç bir şey olmuyor. Pamuğun pamuğa değişi, bir damla serinliğin koca bir okyanusa dönüşmesinin ilk hamlesini yaşıyor gibi oluyoruz. Kalıveriyoruz ağız ağıza. Gün doğmuş, traktörlerin tarlalara doğru uzaklaşan sesleri doluvermiş te odaya. İnsanlar canlanmış, doğa canlanmış...

Uzun çok ama çok uzun bir bekleyişin ardından ıslak nemli ama oldukça kıvrak bir alev topuna dönmüş dili ile yeniden zorluyor dudaklarımı. Aralanıyorum. İri, ağır oldukça paslı bir kapı büyük bir gürültüyle dönüyor menteşelerinde. Hayır hayır aslında yerinden kopup bir yerlere savruluyor...

Aniden sıkıca sarılıp üzerime çekiyorum bedenini. Titreyen bir yaprağın ağır bir çekicin altında ezilmesi gibi bir şey oluyor sonra. Sol elimi uygunsuz yerlerimden bulup çıkarıyorum. İşaret parmağımla belinin en saygıdeğer yerine usulca dokunup sertçe ısırıyorum dudaklarını. Ve 'duralım' diye fıslıdıyorum.
"Buradan geçebilirsem eğer sonsuzluğuna da erişebileceğim senin".
Kıkırdıyor,kulağıma doğru yaklaşan sıcak nesefinde belli belirsiz yakalıyorum sorgu yüklü kelimelerini
"Bu senin için bir teslimiyet mi?
"Sigara içmek istiyorum"
"Ah unutmuşum bir dakika"
Çabucak üzerimden kalkmaya yelteniyor. Bırakmıyorum. Bir kez daha kollarımın arasına düşüyor. İyice sıkıp bedenini bedenime bastırıyorum, Saçlarını elime dolayıp sertçe dudaklarını dudaklarıma bastırıyorum. Canını yakmak üzere alt dudağını iyice emip dişlerimi geçiriyorum dolgun kırmızısına.
Kollarım açılıyor. Hızla kalkıyor üzerimden, Doğruluyor, Saçlarını savurup arkaya atıyor. Bir eliyle bileğine geçirdiği tokasını çekip alıyor ve saçlarını arkaya topluyor. Sandalyade hemen fotoğraf makinesi kutusunun yanında bulunan el çantama uzanıp bir sigara paketimi ve çakmağı buluyor, ve karşıma kendi yatağının üzerine oturup paketin üzerinde gezdirmeye başlıyor incecik parmaklarını.
"Sigara içmeyi çok mu istiyorsun"
"Evet"
"O zaman söylediklerimi yapmaya başlasan iyi olur"
Dudaklarının kenarında biriken alaycı gülüş birden bire boşalı veriyor Duygun'un. Öylesine şuh öylesine çekici bir ifade gelip yerleşiyor ki göz kapaklarına göğsüm titriyor. Nefes alış verişimde bir düzensizlik farkediyorum. Konuşacağım ancak sesimi bulamıyorum ki hala. Yok Kayıp, yine de belli belirsiz mırıldanabiliyorum
"Hıhım".
"Çıkar şunu üzerinden"
Elim boxer'ımın üzerinde yumuşak bulduğu yollardan geçip belimin olduğu yerdeki lastiği kavrıyor ve aşağıya doğru çekiyorum çamaşırımı. Doğal olarak takılıyor. Gözlerim Duygun'un hareketlerine öylesine kilitlenmiş ki tersliği o benden daha önce farkediyor ve gülüyor. Ancak bir kaç çekiştirme ile kurtulmayı başarıyorum çamaşırımdan. Sertliğim bir kaç defa kendi yörüngesinde iler geri salınıp eski pozisyonuna geri dönüyor, bozuntuya vermeyip dimdik bir biçimde zamanın geçişini kendine has tik takları eşliğinde belirtmeye devam ediyor.

"Bana doğru dön biraz"
Bir elimle yatağa yaslanıp diğer elimle yastığımı altımdan çekip, duvara çeviriyor, popomu kıpırdatarak kasıklarımı ve sertliğimi en iyi görebileceği pozisyona sokuyorum. Dizlerimden aşağısı yatağın kenarından sarkıyor şimdi. Ve karşısında çırıl çıplak ve tamamıyla dolu, hatta dizgin, oldukça kıpırtılı iyice yerleşiyorum.
"Tamam mı?"
"Oldukça iyi. Söyle bakalım hala ıslak mı tercih ediyorsun"
Alnımı ter basıyor. Derin bir soluk alıp derin bir "ohh" veriyorum dışarıya.
"İzle şimdi"
Aynen benim yaptığımı yapıp aldığım pozisyona getiriyor kendisini. Artık onunda kendi yatağının ait olduğu duvarına yaslanmış bir yastığı, o yastığa yaslanmış alımlı bir sırtı, benim de karşımda bacakların arasından tüm kasılmalarını izleyebileceğim muhteşem bir manzara var. Belli belirsiz titrediğini farkediyorum. Elleri yeniden sigara paketimle buluşuyor. Bacaklarını karşımda iyice ayırıp, sağ eliyle kasıklarının önüne biriken eteğini toparlayarak yukarıya beline doğru çekiyor.
"İyi mi böyle"
"Off Duygunn"
"Serseri seni" diyerek kapağını açıyor paketin içinden bir tanesini çekip çıkarıyor sigaranın. Parmaklarının arasında iyice yuvarlayıp dudaklarına götürüyor. Bacaklarını iyice gerip önümde sallıyormuş gibi yapıyor. Artık onun iyice dolmuş, dantelin dokusunu yırtarak birden bire fırlayacakmış gibi kabaran nefis üçgenini saklıyormuş gibi kuşatan ama aslında tamamen, bütün kıvrımları ve yuvarlaklarını ortaya çıkaran çamaşırı ve ardında olan biteni ile baş başayım. Arada hiç bir örtü yok. bunu bilmenin keyfi yüzündeki gülümsemesine de yansıyor artık.
"Böyle mi"
"Iııh"
"Tarif et bana" o kadar kesik ve içten söylüyor ki bunu sözünün başlaması ile bitmesi bir oluyor.
"Hadi yönlendir beni"
"Önce Tişörtünden kurtulalım mı ne dersin"
Sigarayı dudaklarından alıp çarşafın üzerine bırakıyor ve iki elini belinde tişörtünün üzerinde çapraz birleştirip, ani bir hareketle tişörtünü sıyırıp atıveriyor başının üzerinden. Gözleri kasıklarıma kitlenmiş, soluk soluğa kalmış göğüsleri bir inip bir kalkıyor ve ben tenindeki her kıvrımın nerede başlayıp, hangi hareketiyle nerede sona erdiğini görebilmenin keyfini çıkarıyorum.
Sırtını yeniden yastığına yaslıyor ve elleri ile az önce çarşafın üzerine bıraktığı sigarayı arayıp buluyor. Yeniden dudaklarına götürmek üzereyken birden durduruyorum onu.
"Hayır orası değil."
Gözlerini yavaşça kasıklarımdan alıp, üzerimde gezdire gezdire, önce göğüslerimde dolaştırıyor, sonra dudaklarımda duralıyor, ardından gözlerime sabitleyip yutkunuyor. Hızlı hızlı soruyor,
"Nereye gitmeliyim"
"Gözlerini kapatır mısın?"
"Hayır senden kopmak istemiyorum"
"Peki, O halde yavaşça aşağıya inelim" Aramızda bir kaç metre mesafe olmasına rağmen ellerindeki o hafifliğin teninde dolaşan tüy ile yarışacak kadar narin olduğunu hissedebiliyorum. Bir elini sol kasığının başladığı yere yaslamış, diğer elini çılgın bir seromoni ile, içilmeye hazırlanan sigaraya adamış bir biçimde belli belirsiz kıvranıyor karşımda şimdi.
"Göğüslerine sürmelisin"
"Alçak, beni deli etmeyi beceriyorsun"
Filtrenin az evvel ıslanmış olan dokusu, doğal pembeliklerine dokundukça benim de sağ elim ister istemez kendi boylamımda bir koordinat yakalamış ıssız tepelerinden aşağıya yuvarlanmaya başlıyor sertliğimin. Yarı kısılmış gözleri ile kendi bedenimde dolaşan elimi izliyor kuruyan dudaklarını diliyle ıslatıyor, kasığına yaslanmış eli bir kedinin pençesinin avına saplandığı gibi kasıklarına batıyor, hafifçe inliyor karşımda şimdi. Nikotin kokusunun, vanilya kokan göğüs uçlarıyla birleştiğinde oluşan aromayı yudumlamak için yumuyorum gözlerimi.
Ardından hayal etmeye başlıyorum.
"Şimdi göbeğine doğru ve yavaşça"
Eli hafif bir yay çizerek, sabah güneşinin belli belirsiz vurduğu karnındaki tüylerinin üzerinden dokunmakla dokunmamak arasında bir sürtünme ile yavaşça eğriliyor. Ancak göbeğinde çok fazla oyalanmıyoruz. Tam da çamaşırının başladığı yere geldiğinde birden duruyor. Hafifçe doğrulup şaşkın ve utanmış bir halde birden bire az önce beline topladığı eteklerini yeniden bacaklarının üzerine yayarak oturuyor.
"Tanrım ne yapıyoruz ki biz"
Bu bir kopuş değil biliyorum. Sadece olana bitene karşı biraz aykırı düşmek. Ama düşmek ya işte.
Ben de toparlanıyorum çabucak ve elimi uzatıyorum ona. Sıkıca tutunuyor parmak uçlarıma ve yanıma doğru çekiyorum titreyen bedenini. Ürpererek sokuluyor tenime teni...
Bir elinde biraz sonra içmeyi umduğum ve hala istediğim gibi ıslanmamış olan sigara yanıma uzanıyor, yastığa gerek duymuyoruz biz artık, Kolumu uzatıyorum boynunun altına, diğer elimle saçlarına taktığı lastik tokayı çıkarıyorum.
"Böyle çok daha güzel" diorum yanağından öperken.
"Böyle çok daha rahat" diye mırıldanıyor belli belirsiz. Bir an gözlerime bakıyor, gülümsüyorum.
"Aha ha"Kıkırdıyorr. "Gamzelerin ne güzelmiş senin"
"Dokunsana onlara"
Göz kapakları yeniden kısılıyor. Dudaklarını büzüp bacaklarını açarak iyice uzatıyor yatağa. Yanağımı uzatıyorum. Gamzelerimden değil kulaklarımdan başlıyor öpücükleri. Usulca elini alıyorum çarşafların üzerinden, bir serçeye dokunuyorum şimdi, okşuyorum, sertliğimle tanıştırıyorum biraz sonra. Bir martıyı uçuruyorum avuçlarımda..

Önce ürkek, ardından bütün kaygılarıyla bir hamlede yenişip, olağanüstü bir ritmle inip çıkmaya başlıyoruz bana ait olanı, ve biliyoruz ki birazdan bize ait olacak her şey. Ve ardından...
"Hala sigaranı içmedin" diye fıslıdıyor kulağıma.
"İlk nefes senin olacak"
diyerek bu kez de ben ısırıyorum dudaklarını Duygun'un.
Bir süre daha eli elimin içinde, inip çıkıyoruz yokuşu hızlı hızlı. O kadar sıcak o zarif, o kadar yumuşacık ki elleri, patlamamak için pimlerini ve yaylarını, perçinlerinden söküp duruyorum sürekli saatli bombamın. Ve kurulu vucutlarımıza inat...
Şimdi diyorum, hala içememiş olduğumuz sigarayı, alıp ilk gelen damlalarım ile buluşturuyorum filtresinde,
"İşte artık içime hazır"
Sigarayı hafifçe araladığı dudaklarının arasına yerleştirip çakmağı uzanıyor ve tutuşturuyorum. Derin bir nefes çekip dudaklarında gezdiriyor dilini, arada bir yutkunuyor...
Usulca kalçalarından kasıklarına doğru kayıyor elim, parmak uçlarıma basa basa çamaşırının üzerinde ilk yürüyüşüm onun, ve bu bile beni çıldırtmaya yetiyor...
Ben adım adım ilerledikçe, o da bir eliyle beni sıkı sıkıya kavrayıp çekiştiriyor, iyice boynuma sokuluyor, dudaklarıyla yanaklarım ile kulağımın arasında sıcak nefesini gezdiriyor, bazen bir ısırık, bazen bir öpücük eşliğinde tenime dokunuyor,
"dokun bana lütfen dokun" diyerek inliyor,
"Oh bu güne kadar içtiğim en keyifli ve tatlı sigara bu" diye fıslıdıyor kulağıma.
"Tamam şimdi onu bana ver"
İsteksiz isteksiz boşta kalan elimi bulup tutuşturuyor elime sigarayı Duygun.
Birden bire avucumu olanca gücüyle az önce bacaklarının arasında dolaştığım yeri avuçlayacak şekilde bastırıp sıkıştırıyorum. Önce kasıklarını sıkıca birleştirmeye kalksa da daha bu tepkisinden hemen vaz geçip, dolu olan eline odaklanıyor o da. Ona hissettirdiğim basıncı bana hissettirebilmek için beni iyice sıkıyor, bir zaman sonra yeniden boşaltıyor dolu olan elini. Diğer eli ise kısacık saçlarımın arasına hırsla dolaşıyor, tutunmak ister gibi saç diplerimi yokluyor tutunmayıp vazgeçiyor ardından.

"Birazdan hasat zamanı başlayacak sevişmemizin"
" Ve birazdan sen ve ben, artık biz kokacağız."

Sonra kasıklarını sıkıca kavrayan çamaşırını iyice aralayıp diğer tarafa öteliyor, orta parmağımı, önümde daha yeni açılmış olan kuytuluklara sertçe bastırıyor, ıslaklığını hissederek coşuyor, hızımı alamayarak klitorisine çıkıyor, orada hızla bir kaç tur atıyor, sonra geldiğim yere yeni keşfetmeye başladığım okyanusun çukuruna bir kez daha dalabilmek için hızla aşağıya yuvarlanıyorum.
Bir çocuğun topacını çevirişinde aklım.
Neden sonra bacaklarını iyice açarak sigaramı en umulmadık yerde, ama ateşini asla söndürmeden, iyice ıslatıyor ve kendimi ondan biraz uzağa çarşafların üzerine atarak, sigarayı dudaklarımın arasına alıp içmeye başlıyorum.
Sıkıca sarılıyor bana yeniden. Göğüs uçlarımdan minik ısırıklar alıyor. Bir eli hala okşuyor penisimi.
"Bana da verir misin?"
"Bu ikimizin tadı Duygun" Diyorum sigarayı uzatırken.
Uyumla sigarayı dudaklarına yerleştirmeden önce iyice dilinde dolaştırıyor filtresini, tatlı tatlı gulumsuyor bir süre.
"Oldukça mayhoş"
Bir kaç nefes çekerek yine bana uzatıyor ardından, sonra ben yeniden içime çekmeye hazırlanırken son kalan bir kaç nefesi, yavaşça doğrulup yüzünü bacaklarımın arasına gömerek elleri ile sertliğimi sıkıca kavrıyor, dili oldukça kıvrak...
"O bitmek üzere ama bunun tukenmesi mümkün değil"
diyerek kikirdiyor, kalçalarını hafifçe sallıyor önümde ardından iyice gömülüyor kasıklarımın arasında yükselen devinime.
Boylu boyunca dudaklarının ateşiyle kasıklarımı en dibinden en uca kadar yalazlayarak tutuşturuyor, ardından ağzının olanca ıslaklığı ile yaktığı yerleri söndürmeye yelteniyor, bu böyle sürdükçe sürüyor bir zaman..
Bütün ellerimi boşa çıkarıp çarşaflarda tutunacak bir yer arıyorum telaşlı, bulamazsam yitipte gideceğim bu açık.

Israrlı başı inip kalktıkça, baştan aşağıya sırılsıklam serinlik, daha da aşağısı artık batı rüzgarları..
"sakın gelme, sakın gelme".
Öylesine dalmışım ki sigaranın bittiğini farkedemiyorum hiç. Neden sonra parmaklarımın arasına kadar inen ateşin ısısı...
Yerdeki taş zemine söndüğünden iyice emin olana dek bastırıyorum izmariti.
Yeniden doğrulduğumda, Duygun'un kalçasını yüzüme iyice yaklaştırdığını farkedebiliyorum. Harikulade biçimli poposunu ellerimle kavrayıp iki yana doğru esnetiyorum.
Öyle narin, hafif yukarı kalkık ve öyle davetkar görünüyorki aralıklarından kuytulukları, kendimi bırakıyorum coşkuya.
Sağ elimi hızla bacaklarının arasına sokup, az evvel kaldırıp diğer yanına ötelediğim çamaşırının ıslaklığına kavuşuyorum. Parmaklarım ilerledikçe kalçaları daha da fazla benim oluyor... Dudaklarımın hizası müthiş bir alaca karanlık. Tüm kıvrımlarına dokunacak kadar yakınım. Ve bu buluşma çok geçmeden gerçekleşiveriyor.

Tuzlu tadı içime akıyor şimdi. Serin serin buzlu buzlu birden bala dönüşüveriyor damaklarımda.

O ellerimin üzerinde kıvrandıkça, ben kalçalarını iyice yana açıyor, dilimi yeni yeni keşfettiğim, kaygan, nemli, bahar kokulu kuytuluklarında gezdirmeye çalışıyorum. Her girişimim bir yol buluyor kendine, her girdiğim yerde ise sarhoşlukla buluşuyorum.
Neden sonra aklımıza geliyor çamaşırını söküp atmak belinden. Bir bacağını üzerimden geçiriyor, iyice yerleşiyor omuzlarımın üzerine ve bastırıveriyor dudaklarımın arasına butun gucuyle kendini,
Onun ruhu artık avuçlarımda, benimkisi çoktan ele geçirilmiş.
Yıkıldıkça yenilenen, yakıldıkça tazelenen, okşandıkça büyüyen bir savaş bu.

O ileri hareketlendikçe, dudaklarım devam ediyor içindeki yolculuğuna, ben yol aldıkça bu kez de o, dişleri ile minik ısırıklarını alıyor penisimden,sıkıyor,sıvazlıyor, yanaklarına sürüyor, inliyor, mırıldanıyor, ofluyor ve daha da hızlanıyor.
Eriyip gitmeye başlıyoruz mum gibi.
Oysa gün daha yeni başlıyor.
Kasıklarımda biriken, yüzeye fırlamak, değdiği, yayıldığı yerleri yakıp yıkmak için bekleyen o mağma, o kızgın eriyik, demirden ve lavdan, oldukça saf, oldukça basınçlı şey....

Onun sıcacık öpüşlerinde kendine çıkacak bir yol arıyor, bulabildiği bir öpücük...
Önüne katıp sürüklediği ne varsa, olası bir anı kolluyor, o tepe senin, bu dağlar benim içimde dolaşıyor, bazen bir kar topağı, bazen bir bulut, kocaman bir denizin içinde yuvarlanıyor sanki... Ansızın iç dalgalarımla çatışıyor, küçük dağlarımı ezip yerle bir ediyor çarpıyor dağılıyor.
"Sakın Gelme"
O Böyle dedikçe daha da sert dilim, daha bir hırsla ısırıyorum ele geçirdiğim yerlerini. Neyi varsa artık bacaklarının arasından süzülen, yudum yudum oluyor.
Birden kasıklarımı sıkıyor, iyice tepeliğime oturtuyor dilini. Minik kısa ama bitirici darbeler eşliğinde bir yandan içine çekiyor beni, bir yandan kasıklarını iyice yüzüme bastırarak dudaklarımın arasında umarsızca geziniyor.
"Dokun bana"
"Ama ben yerim ki seni"
Kalçalarını sıkıca kavrayıp dilimi içine geçiriyorum sıkıca.
Önce hafifçe titriyor, Sonra kasıklarında bir fırtına kopuyor. Güçlü bir çığlık kopuveriyor birden. Kıvrandıkça bir elim güğüslerine sıkıca tutunuyor, düşmemek için.
Diğer elim klitorisinden aşağıya bastırarak kayıyor.
Dilim artık yolun sonuna varmış,
Gidebileceği neresi kaldıysa artık
İşte tam da orada.
Dahası varmı yolun?
Son bir hırsla gidebileceğim bir yer olup olmadığına bakıyorum kıvranarak, olmasını umuyorum.
"Şimdiii"
İyice çözülüyor ellerimde kalçaları. Bir deprem kopuyor bir yerlerinden, çoğalarak kasıklarından göbeğine, oradan dudaklarına, dudaklarından diline, dilinden penisime akıyor, penisimden içimdeki dağlara, kayalıklara, sessiz kentlerime ulaşıyor ve sonra...
Kesintisiz, güçlü, ve arkası uçurum bunun.
Sonrasında her şey yıkılıyor ardı ardına,
Çarşaflar yırtılıyor..
Ve bende patlıyorum dudaklarında,
Neden sonra bacaklarıma yığılıpta kalıyor.
Bense hala sallanıyorum,
Ardıç ağacının kollarından,
Aşağıya ama karanlıklara değil,
Onun tamamen tukenmiş bedeninin tam üstüne.

Read more...

mektup

10 Haziran 2009 Çarşamba

hiç arzulamadığın bir bedenim
zorla sahip olmalısın bana
dinlediğin ninniler kadar saf değilim
bilmediğin bir evde
hiç uyumadığın bir yataktayım
tahmin edemeyeceğin düşlerleyim

duvarlarına yalnızlık astığın bir odadaysan
nefes alamazsın
tavanından meniler akan bir odadaysan
aşık olamazsın asla
onların tavanından ter damlar..

hiç arzulamadığın bir bedenim
zorla sahip olmalısın bana
birleşen basınç alanları
fırtınalar koparmalı derimizin altında
sel ıslaklığında durulmalı dokunmalar

ancak biz insanlar intihar ederiz
ancak siz insanlar hafife alırsınız sevgimi
bakışlarına gözyaşı damlatma
volkan kusmuğu sessizliğin acı veriyor
sana doğru gelemiyorum hiçleştiğim yönsün..

ayın kıskançlığıyla izlemeliyim
kirpiklerinin döktüğü ışığı
(billur kıvamında katışıksız acı)
tenimin tenini nasıl yansıttığını
saçlarında kötü niyetin yittiğini görmeliyim

bir balta ol ve kes mahrem yalnızlığımı
işte böyle yatışır el değmemişliği sensizliğin
diğer yarıkürenin gecesi olmuşsun
çaresizliğimde gitmesini bekliyorum güneşin
bana döneceğin güzyüzlü baharda
hüzün doğurdum avurtlarımdan

hiç arzulamadığın bir bedenim
zorla sahip olmalıyım sana..

Read more...

AŞKIN ''SORGU'' HALLERİ

7 Haziran 2009 Pazar



Şimdiki anla,duyduklarım ve öğretilenlerle bir bağ kurmaya çalışıyordum kendimce.Beynimi ne kadar zorlarsam zorlayayım kalbim haklı çıkıyordu her defasında.Kızıyor,öfkeleniyordum kendime.Olmam gereken yer burası değildi.Hatta kalbim ne demeye böylesine delice çarpıyordu.Elimi kalbimin üzerine koydum.''Yeter artık,yeter.Kes şu aşk deminden vurmayı''Aniden derin nefes almaya çalıştım,Yüreğim sıkışmışçasına.Sanki boğazım düğümlenmiş gibiydi.

Yüreğimde olup bitenleri anlamış gibi,ellerimi ellerinin içine aldı.Hafif bir tebessüm ekleyip dudaklarına,usulca dudaklarıma bıraktı.

''Ah sen.Vazgeçmek için savaş verdiğim,ve yenildiğim tek yanımsın.''sözü dökülüverdi birden beynimi onaylar gibi.

''Boşver''dedi ''Boşver şimdi kendinle hesaplaşma zamanı değil.Anı yaşa.''

An neydi?Benim bütünüm müydü?Yoksa benden çok ayrı gezen bir parçam mı?Beynimdeki ses kulaklarımı sağır edercesine bağırıyordu.Bense her seferinde kulaklarımı tıkayıp duymazdan gelmeye çalışıyordum.

Gelip yanıma sokuldu.Öylesine naifti ki elleri.Öylesine hassas.Sırtımı göğüslerine dayayıp sımsıkı sarıldı.Soluğunu ensemde gezdiriyordu.Öylesine huzur dolduki o an içim.''İşte dedim.An bu''Dudaklarını gezdirirken boynumda.Kapatıp gözlerimi bende ki yerini aradım.Bulup çıkarmaya korkuyordum.Öylesine ürkektimki,öylesine savunmasız.Dudaklarından dudaklarıma sızan suyun,susuzluğuma dem vurması yüreğimi ferahlatırken,ellerinin bedenimde dans etmesi çağlayan ruhumu harekete geçiriyordu.Kollarımızın arasında kendimizden geçişler AN AN tekrarlanırken,boynunda kaybolmuşluğumdan bir damla yaş uyandırdı beni.Kaldırıp başımı yüzüne baktım.Ağlıyordun.Ne söyleyeceğimi bilemeden,yüzünde öylece kaldım.

''Neden ağlıyorsun''diye suçlu bir ifadeyle sorabildim.

Gözlerimin içine bakıp;

''Seni seniii.........................''

Gerisini getirememiştin,ama ben neden ağladığını çok iyi biliyordum.

TURUNJU

Read more...

Kuytu Otluk, İsyankar Ayaklar - 2

4 Haziran 2009 Perşembe

Tam 1 hafta oldu S.... babasını kaybedeli, ziyaret etmem gerektiğini düşünüyorum. Evine giderek ziyaret etme fikri kötü geliyor kalabalıktır düşüncesi yüzünden. Telefon etmeyi ve 5 - 10 dakikalığına dışarı çıkmasını teklif etsem daha iyi. Zor bir karar aslında. "Hayır gelemem" derse ya? Bu olumsuz sonucu dikkate almamam gerektiğini bildiğim halde üzülürüm sanırım.


Uzun süre dışarıda geçirecek boş vakti olmadığı için bir alt sokağında oturan teyzemlere gidiyorum o gün. Amacım belli, mahallede onu kısa süreliğine görmek için. Telefon açıp yakınında olduğumu söylemem gerekiyor ki, bir telefon hiç bu kadar zor olmamıştı. Cep telefonları da yaygın değil tabii o zamanlar sms falan yollasam. Yıl 1993 falandı yani ne internet yaygın ya da yok, ne de cep telefonu.

Onu her aramamda önce parmaklarım titrerdi, sonra içim. Kadife gibi bir ses. Sahi biraz ondan bahsedeyim önce. S..... ile biz 17 yaşımdaydım tanıştğımızda, o ise 21. Bir gazetede sayfa sekreterliği yapıyordu, şimdi o-ooo işlerini süper ilerletmiş. Akıllı çocuktu S.... belliydi başarılı bir işadamı olacağı. Esmer, sürmeli gözlü, biçimli dudaklı, buğday tenliydi. 180'di boyu, harika bir fiziği vardı. Yakışıklı mı? Evet, çok...

Daha ilk tanıştığımız gün inanılmaz bir çekim oluşmuştu aramızda. Biz o çekimle 8 yıl boyunca devam ettik birlikteliğimize. Kişinin unutamadığı bir partneri olur ya hani, işte o unutamadığımdı benim. Neyse konumuza dönelim.

Telefon etmeye karar veriyor ve numarayı çevirmeye başlıyorum. 653 .. .. daha dün gibi aklımda numarası bile :)

Ben - Müsait misin? (telefonu o açar tesadüf)

S.... - Evet, evet müsaitim.

Ben - Fazla vaktini almayacağım, teyzemlerdeyim Şirinevler'de kısa bir süreliğine görüşelim diye aradım. Var mı o kadar vaktin?

S.... - Tamam iyi olur ev kalabalık bunaldım bende. Caddeye gel çıkıyorum hemen.

Buraya kadar güzeldi, sanki o da arasa görüşsek diye bekliyormuş.

Henüz 15 gün falan olmuştu görüşmeyeli ama yaşadığı üzüntü nedeniyle kilo vermiş olduğunu fark ettim hemen. Yüzü solmuştu. Beni görünce çok sevindi, iyi ki geldim ve aradım diye geçirdim içimden. Yürürken bir yandan da sohbet etmeye başladık. Konuştukça iyi hissettik kendimizi. Yalnız bir tuhaflık vardı, yürüdükçe yapışıyorduk adeta. Yanyana, daha yanyana, daha daha yanyana. Aramızda boşluk yoktu şimdi, sarıldıkça sarıldık. Bir yerde oturma fikri aklımıza gelmemişti, yürüyoruz Ataköy'e doğru. Sanki saatlerce yoldaydık.

Ben - Nereye gidiyoruz biz?

S.... - Bilmiyorum. Ama kaybolmayız meraklanma.

O da bilmiyordu geçekten. Yine ve yeniden ayaklarımızın oyununa geliyorduk sanki. Bir tarafımızda Ataköy'ün o süslü püslü siteleri, diğer yanımız dikenli tellerle çevrilmiş otluk, ağaçlık bir alan. Hani böyle tellerle çevrili alanlarda görürüz bazı yerleri kesik olur tellerin, öncesinde birileri o yasak alana girmek için kaldırmıştır o engeli. Kesilmiş telli bölümlerde çıkıyor karşımıza arada. Gözüm takılıyor, aklım çok fena. Arzularımın oyununa geldiğimi fark ettim.

Yürümeye devam ediyoruz bir yandan da.

Beni çok özlediğini söyledi aniden. Bende onu çok özlemiştim. Yaşadığı sıkıntılı günlerden sonra deşarj olmaya ihtiyacı olduğunu hissettim. Yürüyoruz, yürüyoruz. Sonra birden bire yine telleri koparılmış ya da kesilmiş bir alan çıktı önümüze. Durdum önünde ve gözlerine bakıp salise kadar kısa sürede uzun uzun düşündüm ve elinden tuttuğum gibi çektim sanki bizim için açılmış olan tel boşluklarından içeri. Her yer ağaç ve dizlerimizin boyunda otlarla dolu. Bundan daha iyi bir mekan olamaz o an için. Kalbim çıkacak gibi çarpıyordu, onun da öyle. Bacaklarımın dolandığını hissettim artık yürümekte zorluk çekiyorduk her ikimizde. Az daha içeriye gittikten sonra o çok özlediğim güzel ve sert dudaklarında buldum ağzımı ve dilimi. İki deliydik biz şimdi. Biz belki kimseleri göremiyorduk ama karşımızda dev gibi dikilmiş olan sitenin üst katlarında bizi görenler oluyordur belki de. Kimin umurunda?

Orada ne kadar ilerletilirse sevişme o kadar ilerletmiştik. Yani sonuna kadar. çok çabuk olup bitmişti her şey. Mutlu ve şaşkındık. S.... daha da şaşkındı. Gözlerinde ki ifade şu an bile aklımda.
Altımızda ezilen otların kokusu hala burnumda.
Cesaretime ve cesaretimize hayran kalmıştık. 5 - 10 dakikadan daha da uzun sürmüştü görüşmemiz, güzel bitmişti. Sadece S.... değil ikimiz de deşarj olmuştuk... Yapılan bu güzel ve tehlikeli kaçamağın sonunda ikimizinde yüzüne bir utangaçlık oturmuştu. Çok mutluyduk, çok...

Read more...

bir gelecek - bir şimdi, aslı geçmiş

"seni öpebilir miyim?"


hepi topu birkaç saat oldu tanışalı önceki emesen konuşmalarını saymazsak, saymayalım. hani olur ya yıllardır ahbapmışsınız gibi hissedersiniz, öyle işte.


hafifçe yanına yaklaştım koltukta. vücudunu bana çevirdi o da. birbirimize yaklaştık saliseler boyu..


"artık gitmem gerekiyor. son otobüsümü kaçırıcam. kalkalım mı?"
"istersen bende kalabilirsin.."
yüzümde bir tebessüm peydah oldu. aynıydı herkes, aynıydı tüm ilk konuşmalar. sona erdiği yer ilk heyecanların yatak olmuştu hep. hep.. birkaç aramadan sonra halledilmiştir. "tamam, geliyorum.."


gözlerim kapalıydı ve ileri doğru meylediyordu dudaklarımın kontrolündeki vücudum. bu kadar uzun süren neydi ki?


evde h de vardı. birşeyler garipti. ne işi vardı bu kızın evde? sohbet etmeye başladık. derken film izlemeyi önerdi h. o filmin hiç gereği yoktu. bir başkası olabilirdi. aşkı bunca öven bir film izlemenin ne gereği vardı ki.


dudaklarım dudaklarına değiyor yavaşça. tüy varsa dudaklarımızda, önce onlar sarılıyordu birbirlerine.


"bizim gibi birisi.. ne güzel.." diye mırıldandı h filmi raftan çekerken. oturduk karanlıkta. film izledik üç kişi, sohbet ettik, ağladım biraz yine aynı sahnelerde. h gitti sonra uyumaya..


musluktan damlayan suyun yere düşme mesafesi ne kadardır bilmiyorum, ama o damla hiç düşemiyordu. zaman öyle ağırlaşmıştı. gözlerimiz sarhoştu, dudaklarımız ayyaş.


saatler süren bir sohbet başladı tekrar. korkuyordum, can sızım çok tazeydi. cesurdu, inandırmıştı denersem incinmeyeceğime. ben bir adım geri kaçtıkça, üzerime tohumlar serpiyordu iki adım atarak. toprağımı besliyor yağmuruyla ve sürüyordu bakışlarıyla. sonra o soruyu sordu sabahın ilk ışıklarında:

"seni öpebilir miyim?"

Read more...

Zincirin ilk halkası -2-

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Köy..

Assos'a ulaşan en kısa yolu, yani Balıkesir-Edremit doğrultusunu izleyip bilinen yollardan varmayı değil, Balya üzerinden güneye doğru uzanan yöresel dolanımı tercih ederek, köyleri, küçük kasabaları, daha turizme açılmamış yeni kazı alanlarını da görebileceğimiz, dokusu mümkün olduğunca bozulmamış, adı sanı bilinmeyen yerleri de farkedebileceğimiz bir güzergahı kullanmak istiyoruz.

Yol boyunca uğradığımız minik köylerde küçük molalar veriyor, eski evlerin fotoğraflarını çekip köy kahvelerinde birer demli çay içmeye konaklıyor, arada bir rastladığımız, daha yeni yeni tomurcuktan meyveye dönmüş, erik veya badem çağlalarından oluşan göz haklarımızı büyük bir iştah ve neşeyle, ağzımızı şaplatarak mideye indiriyoruz.

Mola için her duruşumuzda, araçtan önce o çıkıyor, arka koltukta bulunan fotoğraf makinesini kutusundan çıkarıp alıyor, bense onun kalçalarını kıvırta kıvırta aracın yanından uzaklaşmasını izliyorum. Aracı parkedip köy kahvesinde çayımı yudumlayarak etrafımdakilerle konuşurken beni buluyor neden sonra. Yakınlarımdaki ahşap bir iskemleye oturuyor, çayından bir yudum alıp. fotoğraflarını çektiği eski evlerin, taş binaların hikayelerini soruyor köylülere, soluklanıyor.

O anlatılanları dinlerken, ben de onun nefes nefese kalmış, hızla inip kabaran göğüslerine bakıyorum çaktırmadan. Boynunda biriken ter damlalarının, bedeninin yüksek tepelerinde oluşanlarla birleşip, hızla çarpan yürek atışlarının eşliğinde, derin vadilerine doğru devrilişini, yuvarlanışını ve çoğalışını hayal ederken gözlerine yakalanıyorum.

Her ne kadar bakışlarımı kaçırsamda yanaklarının kızarmasına engel olmuyor bu ve köylülerle sohbetinin arasına ister istemez bir heyecan sıkışıyor, cümleleri devriliyor ve bozuluyor. O konuşmasını toparlamak için soğuk kanlı olmaya çabaladıkça daha da çok terliyor, bense daha çok hayal kuruyorum gülümseyerek. İyice belirginleşen göğüs uçlarından, koynuna doğru yayılan terin oluşturduğu grilik iyice farkediliyor artık beyaz tişörtünde.

Sonra sözler bitiyor, hesaplar ödeniyor, vedalaşılıyor ve yol başlıyor yeniden.
Arkamızda birikiyor güle güle dilekleri. Yemyeşil ovalardan, çiçek tarlalarından, dere kenarlarından, koyun sürülerinin ve çobanlarının yanından her birine el sallayarak geçiyoruz.
Yüzümüzde bir afacanlık, içimizde huzur ve heyecan var.

Gün boyu o kadar çok yerde mola verip, o kadar çok oynuyoruz ki bu oyunu, Assos'a varışımız geceyi buluyor.

Ali cengiz...

Karanlık çöktüğünde Behram'ın taşla kaplı yollarına ancak erişebildiğimizden, köyün hemen girişinde bulunan restoranda yiyoruz yemeğimizi. O kadar çok yorulmuşuz ki, hiç uzamıyor yemek. Onu da aceleyle içilen küçük bir şişe 'yöresel' kırmızı şarapla süslüyoruz. Kalacak yer ayarlıyorlar bize restorandakiler, biz hiç uğraşmıyoruz. İhtiyaçlarımızı bagajdan alıp çekiliyoruz odamıza.
"Tozlanmışız" diyorum.
"Önce sen gir duşa istersen" diyor. "Yorgun görünüyorsun."
Öyle de yapıyorum. Kasıklarımın ağrısına daha fazla dayanacak halim hiç yok.
Çıktığımda onu yatağına uzanmış bir kitabı okumaya çabalarken buluyorum. Yüzünde bir tutukluluk dolaşıyor belli belirsiz.
"Sıcak mı su?"
"Çok değil ama keyifte yaptırıyor"
"Ben de gireyim o zaman"
"Seni bekliyor"
Kitabının arasına bir ayraç sokup bana uzatıyor. "Sanat tarihi. Bakmak ister misin?"
"Göz atarım birazdan"
Bir kaç adımda pencereye yaklaşıyorum. Perdeleri aralayıp sokağa bakıyorum.
"Geceyi yaptık."
Arkam dönük ve ona bakmadan söylüyorum bunu. Odamız oldukça küçük olduğundan ona, ihtiyaçları için kullanabileceği gözlerden uzak bir zaman aralığı sağlamak asıl niyetim.
"Çok oyalandık yolda, ama çokta güzeldi" diye sesleniyor arkamdan. "Harika bir fotoğraf makinen var".
"Onu kullanabilirsin gezi boyunca"
"Teşekkür ederim". Banyonun kapısı kapanıyor. Rahatlıyorum. Üzerimdeki havluyu kurulanmak için kullanmaya başlıyorum aceleyle. Temiz iç çamaşırı arıyorum sonra çantamda. Hızla giyiyorum bulduklarımı. Pijamalarımı çekiyorum sırtıma. Sanat tarihi kitabını alıp, odada bulunan iki yataktan birine, onun seçmediğine atıyorum kendimi. Başımın altına, tam da koltuk altımı ve sırtımı destekleyecek biçimde bir yastık tıkıştırıyorum. Sayfalara bırakıyorum yavaşça gözlerimi. "Rembrand'ın tabloları", Rodin'in biçemleri, Angelo'nun........

Derken yer çekimi azalıyor yavaşça, hafiflemiş, rahatlamış gevşemiş...
Kayıp gidiyor bedenim ellerimden, göz kapaklarım ağırlaşıyor sonra.

Ve o gece hiç bir şey olmuyor aramızda.

Sürecek...

Read more...

AŞKIN AYRILIK HALLERİ


Gölgesini almıştı yanına.Gidebileceği kadar uzağa gitmek istiyordu.Oysa uzağında dahi o vardı yanında.Kalmamalıydı.Kalamazdı.Kalmayacaktı.Sabahın kör vakti gitti sokağına.Kadın duyduklarına inanamıyor;
''Gel son bir kez göreyim yüzünü'' diyebiliyordu hıçkırarak.
''Olmaz'' dedi Turunju.Kadın yalvardı;
''Son birkez göreyim seni nolur.''Dayanamadı Turunju.Gitti kapısına.
''Durma orda yabancı gibi,gel içeriye'' dedi kadın.Turunju durakladı biran.Sonra sordu;
''Kardeşin?''
''Uyuyor'' dedi kadın usulca odasını gösterip.Turunju saniyelik kararsızlığıyla kendini ayakkabılarını çıkarırken buldu.Geçti yerine oturdu.Kadın ağlıyor,bir yandan da;
''Neden'' diye soruyordu.Susuyordu Turunju her zamanki gibi.Aklını başka yerlere göndermişçesine görmüyor,duymuyor,aldırmıyordu sanki.Kadın dizlerine koyup başını hıçkırıklarını çoğaltmışken,taş kesilmiş elleriyle saçını okşamak istedi.Yapamadı.Kollarından tutup kaldırdı ayağa ve;
''Bana bişey sorma.Olmaz,olmamalı.Yapamam.''Dedi turunju yüreğine ateşler basarak.kadın itiraz etti.Seslerin çoğaldığı bir anda odanın kapısı hızla açıldı.Kadın;
''Bizi biraz yalnız bırakır mısın?'' dedi yeni uyanmış olan kardeşine.Genç kız yüzünü yıkayıp giyindi ve çıkıp gitti evden.Ama Turunju arkasından koşar ayak çıkmaya çalışırken kadın tuttu kolundan;
''Beni böyle bırakamazsın'' dedi.
''Bana bir açıklama borçlusun.Susmalarından bıktım.Konuş dök içindekileri''
''Gerçekten bilmek istiyor musun''?dedi Turunju.Kadın korkarak başını salladı.
''İyi dinle o zaman.Seni sevmiyorum.Hevesti benimkisi.Aldım hevesimi.Şimdide sıkıldım senden.''
Bu sözleri söylerken yüreğine bıçaklar saplandı.Ama ayrılmalıydılar.
Kadın buz kesmiş gözlerle baktı.Yo yo sevdiği insan değildi ki bunları söyleyen.Biran omuzlarından tutup sevgilisinin;
''Peki o zaman beni son bir kez öp öyle git.''dedi.Turunju yüreğinin ağzına geldiği bu anda ne yapması gerektiğini düşünürken,kadın tüm hırçınlığıyla sarılıp boynuna,soluksuz kalıncaya kadar öptü öptü öptü.
Gözyaşları tadlarını değiştirsede bu tadı tanıyordu.Kendilerini kaybettikleri biranda kadın;
''Ellerini hissetmek istiyorum bendenimde''Diyerek sevgilisini elinden tutup odasına götürdü.Su olup akıyorlardı birbirlerinin bedenlerinde.Az önceye ait ne kadar söz varsa hepsi yok olmuştu dokunuşlarında.Acının verdiği doyumsuzlukla besledikleri dokunuşları alev saçıyordu.Kızgın bir çölün ortasında kalmışçasına birbirlerini içmeye doyamıyorlardı.
Turunju nefessizliğine nefes katıp ''Beni affet,ben sensiz yaşayamam.''Diyerek ilk ayrılıklarının sonuna damgayı vurmuştu.

TURUNJU

Read more...

İsyankar Ayaklar 1

Bir teras kafede, bir kadın ve bir adam. Konu çok kritik. Dışarıda bir yağmur bir fırtına, konuya fon olmuş adeta.



Adamın gözleri, kadının gözlerinde dudaklarında ve çoğu zaman her yerde. Kadınınsa ondan bir farkı yok. Kadın adama hayran, adam kadına. Kadın sırılsıklam, adam tedirgin ve sert hallerini gizleme çabasında. Aradaki enerjinin adını yıllar önce “Tutku” diye belirlemişler. Yıllardır yaşıyorlar bu tutkularını. Çok özel, ateşli, buram buram seks kokan tutkularını. Bir kez bile “seni seviyorum” denmemiş. Sevmişler dememişler. Geleceğe yönelik planlarının içinde ikisi de yer almıyor. Gittiği yere kadar denilmişti, hala gidiyor. İlk günkü heyecanı ve hazzı yanında taşıyarak.

Konu önemli demiştim ya hani önemliydi gerçekten. Yıpratmıştı bu ilişki onları. Otel köşelerinden mi sıkılmışlardı, yoksa ihtiras mı çok gelmişti onlara? Yıllardır aynı duyguların hükmünü yaşıyorlardı…


Konuşulur tartışılır saatlerce. Konunun içinde yokturlar çoğu zaman. O konudan uzak oldukları zamanlarda adam kadının içindedir, kadın adamın dışında…


Gereği düşünülmüştür, görüşülmeyecek (istemeye istemeye) artık. Mutsuz her ikisi de, huzursuz. Ellerinden en değerli oyuncakları yitip gitmiştir, sahte gülümsemeler suratlarında. Epey geç olmuştur vakit. Vakit gitme vaktidir, dünyayı kamufle eden karanlık girmiştir devreye. Belki de beklenen budur farkında olmadan. Karanlık… Kafeden çıkılır. Konuya fon olan yağmur tüm şiddetiyle devam etmekte. Bir tuhaflık mevcut, bir aykırılık. Ayaklar isyankar, gidilmesi gereken yere değil, tam aksi yöne götürüyorlar sahiplerini. Terasın en dip köşelerine.


Kadın şaşkın, adamın aklı karışmış.

Kadın ıslaktı, artık adam da sırılsıklam. Harlanmış vücutlarını yağmura sunarak devam ediyorlar o en dip köşeye ulaşmak için. Duvar davetkar, bekliyor onları. Yağmur devam etmekte inatla üzerlerine. Kenetlenir dudaklar, sert ve şehvetli. Belki de hayatlarında hiç öylesine öpüşmemişlerdi. Islak ve tuzlu. Yağmurun toplayıp o ihtiraslı kavruk dudaklarının arasından geçirdiği tatlarını hiç tatmamışlardı belki öylesine. Sarılmalar yetersiz, öpüşmeler de. Artık vücutlarda kenetlenmeli. Birbirini tamamlamalı vücutlar. Düğüm olmalılar...

Korkusuzca gitmektedirler ileri, daha ileri, daha da ileri….. Nihayetinde sıvıları karışmıştır birbirlerine. Kadın mutludur şimdi, adam da. Tekrar öpüşürler, an’ın son öpüşmeleridir bunlar. Dudaklar mutlu ve asi…


Bir korku yerleşir sonra içlerine…

S….. – İnanamıyorum kendimize. Nedir bu bizi ele geçiren duygunun adı?

Ben bu soruya cevabımı sert bir öpücük ve temasla veriyorum. “Gidelim” diyorum gidelim.


Bacaklarım titriyor, ayakta duramayacağım daha fazla.

S…. Sorguluyor hala, Nasıl geldik biz buraya?

Ben – İsyankar ayaklarımız sayesinde…


Ve sonrasında asla kopamayacaklarını anladılar... Yanılmışlardı...

Read more...

Sürmesinin İzi Adamın: "Öptü ve Öldüm..."

29 Mayıs 2009 Cuma


"Ölürdüm."
"Öpmeseydim bu dudakları bu akşam ölürdüm."

"Öptü ve öldüm."

Yatak, sol yandan duvara cepheli. Adam üstünde uzanmış, sağ kolu yastığa yan düşmüş başını destekliyor. Yatağın özgür diğer yanına bakıyor gözleri. Dudakları gülümsüyor. Odanın ortasında bir telaştır gidiyor. Telaşına gülümsüyor adam o kadının. Kadının ayakları çok rahatmış "imajı" vermek çabasında; geziniyorlar yatak ve pencere arasında. Elinde bira şişesi. Çabucak boşalıyor. İçindeki değişse de bir bira şişesi hep elinde. Biri bitince diğerine geçiyor. Aklında arada bir gelip giden: "Çok mu içtim.. içiyorum?"

"Çok mu içtim... içiyorum?"
"Çok mu içtim.. içiyorum?"
"Çok mu içtim.. içiyorum?"
"Çok mu...."

"Haydi gel, artık..."
Yumuşacık sesi adamın.
"Haydi..."

Kalın gülümseyen dudaklarından çıkan ilk çağrı, kalın dudaklarındaki utangaçlığı saklayan kendi "acemi-şuh" gülümsemesine çarpıyor. Siyah eteği ve "herzaman" içinde kendini istenir hissettiği bluzu. Siyah bluzu. Bluzun orta yerinde çatalı. Siyah asker botları. Çıkarılmadan bedeniyle birlikte yatağa uzanıyorlar. Adamın yanına. Beyaz yastık, siyaha bulanıyor. Artık başı yastığa düşmüş adamın. Aynı yastığa başını yatırıyor kadın.

Şimdi gözler. Sürmeli. Doğuştan sürmeli gözleri adamın içine giriyor kadının. Orda kalıyor sürmesi adamın. İçine sürülü. Uzun zaman. Gitmeler, gelmeler. Sessizlik. Sesler. İz. Boynundan dökülen dokunuşlar. Sahiplenici. Şefkatli. Bazen sahiplenici. Bazen şefkatli. Gitmeler. Gelmeler. İçinde kalan sürmesi adamın. Sesler...

"Öpmeseydim bu dudakları bu akşam.. Ölürdüüüüüüm..." Dokunuşu dudaklarının, derinleştiriyor içindeki sürmenin izini.
Boynundan dökülen dokunuşlar. Boynundan dökülen dokunuşlar, göğüslerinde ... duraksıyor. Sessizlik.. Sesler.. Sahiplenici. Şefkatli.. Gitmeler ve gelmeler.

İçinde kalıyor adamın sürmesi. Delip geçiyor duvarını. Kale yıkılıyor.

"Öpmeseydim bu dudakları bu akşam.. Ölürdüüüüüüm... "

Darmadağın kadın. Adam öpüyor ve kadın ölüyor.

Read more...

Zincirin ilk halkası

Yol...

Büyük bir çoğunluğun çılgınlar gibi Loreena Mckennit dinlediği zamanlar..
Kurban Bayramı arifesi. Gece beni uyku tutmuyor yarını düşünmekten. Sırt çantam hazır, fotoğraf makinem yedek objektiflerim, özel muhafazalı kutusunda. Daha yeni girmişiz ilk bahara çıkasımız yok. O nedenle hem kışlık hemde yazlık giysilerimi hazırlamak zorundaydım. Eksiklerin olmaması için oldukça dikkatliyim. Duş jelleri, bebe yağları, pudralar kremler, en önemlisi de fön makinası. Hazır gibi her şey. Ama yinede uyuyamıyorum işte. Birden yatağımdan fırlayıp salona koşuyorum. Arşiv tozlanmış, dönüşüme kadar beklesin diyorum bana gerekli olanları çekip alıyorum çabucak,
Kapının önünde hazır bekleyen çantaların birine bırakıyorum tozlu U2, Ub40, Loonard Kohen'in kasetlerini. Artık uyumaya hazırım. Telefonun alarmını kontrol ediyorum. Gözlerimi kapatıyorum sıcacık çarşaflarımın arasında. Uyumayı bu kadar çok isteyipte, iliklerine kadar uyanmış ve tetikte olan bir vücudu kontrol etmenin telaşındayım. Kabaran yerlerime öfkeleniyorum sonra. Heyecandan titriyorum hala sabırsız...

Yolcu...

Sabaha karşı başlayan yağmurun ıslattığı yollardan çabucak geçip, Erenköyün son zamanlarda sıkça ziyaret ettiğim, gösterişli sitelerinden birinin kapısına yanaşıyorum arabayla. Güvenliğe hafifçe bir baş selamı verip geçerek, uygun bir yere parkedip motoru durduruyorum. Konsolda bozuklukların durması gerektiği yere dikine yerleştirdiğim telefonu alıyorum elime. Ellerim titriyor...
"Aşağıdamısın?".
"Az önce geldim. Ne kadar erken ayrılırsak bu şehirden o kadar iyi olacak" diyorum.
"Hazırım. Geliyorum."
Telefonumu yerine bırakırken ellerimin hala titrediğini farkediyorum. Kapıyı açıp dışarıya çıkıyorum. Bulutların arasından yüzünü ılık ılık göstermeye çabalayan güneşe selam verip, derin bir nefes alıyorum. Aynaya eğilip gözlerime bakıyorum. Kızarıklık yok. Sağlıklı uyuyamamış olsamda yorgunluk belirtisi gösteren bir halimde yok. Dinç miyim? Evet...
Bir kaç dakika sonra Ayşen ile birlikte ellerinde valizler ve çantalar iniyorlar aşağıya. Karşılamaya gidiyorum.
"Günaydın Duygun, Günaydınnn Ayşen "
"Günaydın Bora nasılsın?"
"İyi uyuyamadım ama yeterince dinlendim sanıyorum. Gerisini bu gezide tamamlayacağımı umuyorum."
"Biz de neredeyse sabaha kadar oturduk" diyor Ayşen kıkırdayarak. Göz göze geliyorlar bir an. Çıkan kıvılcımları farkedip bakışlarımı hemen onlardan kaçırıyorum. 'Kaçamak' diyor içimden bir ses bakışlarıma...
Valizleri, çantaları, bagaja yerleştirmek için izin alıp baş başa bırakıyorum onları. Birbirlerine sarılıp vedalaşıyorlar.

Her şeyi toparlayıp yerli yerine koyduğumda bagaj kapağını kapatıp Ayşen'e veda etmek için yaklaşıyorum yanlarına.
"Gitme zamanı." diyorum. Ayşen sıkıca sarılıyor bana. Ancak olması gerektiğinden daha sıkı sarıldığını anladığımda kulağıma doluyor fısıltısı "Ona iyi bakmazsan seni gebertirim" Şaşalıyorum. İçimdeki bütün trenler birden raydan çıkıyor, şaşkınlıktan.
"Tamam rahat ol ve merak etme lütfen" diyorum usulca ve tedirgin.

-Luk...

Balıkesir'i geçtikten sonra hava iyice açılıyor, bizde açılıyoruz, gökyüzü maviye boyanıyor çabucak ama biz renk vermiyoruz. 'One more cup of coffe for the road' sözlerini müzik eşliğinde mırıldanırken, yağmur damlalarını da hızla arkamızda bırakıyoruz.
"O karanlık şehri terkettik ne güzel" diyorum.
"Asitmiydi o yağan acaba" diye yanıtlıyor beni.
Başını çeviriyor, kapkara gözleri ile gözlerime kilitleniyor. Önce hafifçe dokunduğunu sanıyorum göz kapaklarıma. Durmuyor.. Daha derinlere inmek istiyor çılgınca. Ayağımı gaz pedalından usulca kaldırıyorum. Vitesin üzerindeki elime dokunuyor sol eli. Aralıyorum parmaklarımı, aniden içine giriyor parmakları, parmaklarımın. Sıkıyor ve sıkıyor.. Ön sevişmemiz bu ve her ikimizde hissediyoruz içimizde dokunuşlarımızı. Belli belirsiz kıpırdanıp, dizlerini cama doğru kırıp öyle oturuyor. Dışarıyı izlemekten yorulunca yine gözlerime dikiyor buğulanmış gözlerini.
"Bişi mi oldu?" diyorum.
"Yok " diyor.
Şimdi onun derinliklerine bakma sırası bende. Söze dokülmeyen soruları algılamayı, anlamayı ve yanıtlayabileceklerimi yanıtlamayı deniyorum bilerek ve isteyerek.
İlk sevişmemiz olacak bu biliyorum ve bunun tüm gerçekliğini hissetmek, duyumsamak yaşamak istiyorum.
İstiyorum ki dokunuşum dokunsun, okşayışı coştursun beni. Acıtıyorsa da acıtsın canımı oh be!

İstiyorum...

İşte bu yüzden ve eğer, gerçekten onu istiyorsam bunu şimdi ona ifade edebilmeliyim.

Gözlerimizin derinliklerinden gelen, vücudumuzu bütünleyen, ruhumuzu tutuşturan o ateş, bütün sinirlerinize yayılan deli kıvılcımların getirdiği mesajlara olumlu yanıt vermeliyim. Onu alacaksam, bedenimi eşitleyeceksem onunla bir yatakta, ve birlikte uykuya dalacaksak sarılıp ve birbirimize tutunacaksak bir kez daha uyur uyanık sevişmelerimizde, eğer onun göğüslerinin uçlarında eriyecekse dudaklarım...
Sertsem ve bu da saklanamayacak kadarsa gözlerimizden,

Ben bunu yapmak zorundayım.

'Arzu'yu hemen kabul ediyorum. 'Tutku'ya dünden hazır bedenim. 'Kırmayacağım', 'üzmeyeceğim' bu zaten tamam, Ayşen 'de duraksıyorum. Dudaklarında bir gülümseme dolaşıyor şimdi. "Ayşen" diyorum usulca. "Hayatımdaki değişmezlerden" diyor. Peki diyorum ona da.

Sonra bana bir sigara yakmasını rica ediyorum ondan.
"Ama" diyorum,
"Ama" diyor,
"Islatman gerek iyice". Dudaklarının arasında gezdiriyor yakmak üzere sigaramı. Diliyle dokunuyor usulca.
Çakmağımı alıyor ve tutuşturuyor. Tutuşan benim aslında o dudaklarda.
Tam olarak istediğim bu değildi" diyorum.
Kahkahalar eşlik ediyor yolculuğumuza şimdi.
Yönümüzü Assos'a doğru çeviriyoruz.

Devam edecek...

Read more...

AŞKIN KISKANÇLIK HALLERİ

28 Mayıs 2009 Perşembe


Sevgilisinin hızlanan adımlarına;
-''Lütfen dinler misin.Ama bu yaptığın haksızlık,beni dinlemeden yargılıyorsun.''Diyerek yetişmeye çalışıyordu.Kıskançlığın verdiği öfkeyle sevdiği kadından uzaklaşmaya çalışırken aniden durdu.Ve sevdiği kadının gözlerinin içine baktı.Kadın yalvarıyordu;
-''Bana neden kızıyorsun ki.Hala anlayamadın mı benim sana deliler gibi aşık olduğumu.Gözümün senden başkasını görmeyeceğini bilmiyo.........''
Kadın Sözünü tamamlayamamıştı ki sevgilisi elinden tutup hızla bir apartman boşluğuna sürükledi.Nefes nefese kalmışlığın verdiği soluksuzlukla göğsü bir aşağı bir yukarı inip çıkarken sevgilisi aniden çenesinden tutup uzun uzun öpmeye başladı.Soluksuzluk,öfke,aşk,ihtiras hepsi bir birine karışmış dillerinde dönüp duruyordu.Kadın büyük bir gayretle kendini geriye atarak;
-''Dur yeter bir gören olacak şimdi'' dediysede sevgilisi aldırış etmiyor,öfkeyle ateşlenmiş bedenini kadının bedeniyle birleştirip içinde ki öfkeyi hazlarıyla dışarıya çıkarmaya çalışıyordu.Artık kadın direnmekten vazgeçip sevgilisinin kollarına bırakmışken kendini,ansızın apartmanın kapısı açıldı.Toparlanıp aceleyle kendilerini dışarıya attılar.Arkalarına bile bakmadan koşuyor bir yandan da kahkahalarla gülüyorlardı.Uzun süre koştuktan sonra,durup ellerini dizlerine koyarak derin derin nefes aldılar. Gözlerinin birbiriyle buluştuğu o anda, sevgilisi kadına gülümseyip;
-''SENİ SEVİYORUM'' Dedi.

Read more...

İntikam

Çok uzaklardayım,. Öyle ki, sıkılıp eve gitmek istesem gidemeyeceğim bir yerde. Vakit gecenin bilmem kaçı. Muhabbet çok derin, çok kalabalık. İki kişi arasındaki en kalabalık muhabbetti sanırım. 4 Bira tarafından mı çarpılmışım, yoksa moralimin bozukluğundan mı bilinmez…. Otel güzel, sakin.. Dağ manzaralı bir odada olmak ayrı bir hava katıp, bambaşka bir çekicilik yapıştırıyor insana… İnsan(ben)…

Konuşuyoruz M…. ile…

Ben - Neden gelmedi sence?
M…. – Bence korktu.
Ben – Neden? Benden mi?
M…. – Evet. Ben H….’. tanırım senden korktu.
Ben – Bu kadar yolu gelmeye ben korkmadım, o beni görmekten mi korktu diyorsun yani?
M…. – Boş ver sen onu. Seni çok seviyor ama ödleğin tekidir o, pasiftir. Senin yanında duramaz bile.
Ben – Siz çocukluk arkadaşısınız, ne çabuk sattın arkadaşını? Neyse sorun yok.. Küçük şeyler bunlar….
M…. – Ne yapmayı düşünüyorsun peki?
Ben – Yarın öğlen uçağı ile dönmeyi. (üzgünüm ama önce öç almayı)
M…. - Sen hem güzel, hem de çekici bir kadınsın. İstediğin kişi senin olur. Bence H….’. takılma…
Ben – Ne takılacağım, küçük şeyler bunlar dedim ya…
M.... - O-ooo sabah olmuş.
Ben - Kal sende burada saat kaç olmuş zaten.
M…. – Yalnız kalmak istersin belki.
Ben – Yoo bence kal. Hadi iyi uykular sana…
Zaman boşlukları ……………………………………….
…………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………
M…. – Hep böyle mi uyursun sen?
Ben – Böyle derken, açıklar mısın?
M.... - Böyle işte, rahat... (Rahatlıktan kastı açık seçik değil. Kendine güvenli davranmayı rahatlık sanıyor arkadaş)
Ben – Ne kadar soğuk.
M…. – Yanına geleyim mi?
Ben – Sıcaksan gel :)
Elektrik yoktur ama varmış gibi yapılır. Amaç kötüdür, ama yapmazsam pişman olacağım biliyorum.
Ben – Keşke öncesinde seninle tanışmış olsaydık.
M…. – Aynı şeyleri düşünüyorum. Ama geç sayılmaz…
Ben – Kesinlikle haklısın…

Vakit hareketli ve terli geçer… Sabah olur, havaalanına gidilir ve bilet alınır. Uçağın kalkış saatine 3 saat vardır. Merkeze gidip bir şeyler yemeye karar verdik. Yemek muhabbetinde;
M…. – Otele gidelim mi?
Ben – Hayır. Gerek yok.
M…. – Lütfen…
Ben – Hayır. O bir kerelik bir şeydi, sonrası asla olmayacak…
M…. – Ne demek şimdi bu?
Ben – Üzgünüm ama sonrası asla olmayacak…
M…. – Sen beni kullandın mı?
Ben – Sessizlik,,, sessizlik,,,, sessizlik…..
Sonrasında "Ama neden, çok iyi arkadaş olabiliriz, deneyelim, nasıl güzel vakit geçirdik (Ona göre öyle bu tabii ki) falan filan...
Havaalanına 2 saat erken gittim. Sevgili görmeye gelmediği, gelemediği için yıkılarak değil. Almış olduğum öcün, kazanmış olduğum galibiyetin hazzını yaşayarak…..

Read more...

About This Blog

  © Blogger template Writer's Blog by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP