Jilet Kesikleri.

30 Haziran 2009 Salı

HAYALİN ÜRÜNÜ... Hemen Her Şey gibi..
Sokağın başında bekliyor. Taksiden iniyor kadın. Uzaktan da olsa sevgilisi sanmak istiyor kadın adamı. Ama değil işte. Adama doğru yürüyor. Eve vardıklarında ne olacağını çok iyi biliyor hem kadın hem adam. Olacaklara rağmen birbirlerine olan nezaketlerini koruyorlar. Ne kadar da saygıyla karşılanıyor kadın. Gecenin üçü çoktan geçilmiş. Adam sevencenlikle selamlıyor kadını. Apartmana doğru yürüyorlar. Kadın, ne konuştuklarını anımsamıyor hiç. Ne zaman paniklese yaşamın kıskacında bu kadın hep bu adamı arıyor. Adam, sevgilisi değil.
Dairenin kapısı açılıyor. Tanımış olduğu gibi daire; olduğu gibi duruyor. Salona geçiyorlar. Kanepe açılmış; sanki sevgiliymişcesine sevişecekleri ve uyuyacakları yatak bu kanepe. Kadın duvara dayalı tekli koltuğa; adam ise yere oturuyor-sırtı kanepeye dayalı. Kadın, yabancısı olduğu ve yabancısı olmadığı dolaptan bira alıp geliyor. Bir adama bir kendine. Adamın, içesi de yok içecek hali de. Nezaketi elden hiç bırakmıyor adam. Biliyor ki kadın konuşacak.
Kadın konuşuyor. Özetini geçiyor kıskacında olduğu yaşamın. En son kaldıkları yerden alıyor ve bırakıyor bulundukları ana yaşamını. Adamın gözleri kapandı kapanacak. Ama dinliyor kadını. Kadın emin bundan. Hala da emin.
Sonrası geçmiş günlerin tekrarı seremonisinde. Kadın, banyoya gidiyor. Adamdan aldığı jiletle kendini temizliyor. Kendini temizliyor. Jiletliyor. Dakikalar... Dakikalar... Dakikalar... Uzayıp gidiyor. Jilet bedeninden kayıp gidiyor. Birkaç damla kan geliyor. Kan damlayamıyor.
Salona döndüğünde sevgilisi olmayan adamı, yatakları olan kanepede gözleri kapanmış buluyor kadın. Sesine uyanıyor adam kadının. Usulca üstünden atlayıp yatağa giriyor kadın.
Kadın da biliyor ki adam da memnun. Acelesi yok. Sarılası var. Sarılıyorlar. Sağ yanından öpüyor kadın adamın boynunu. Sonra karışıyor boyunlar. Boyunlar.. Bedenler..
Kadın aşağıda inleyen adama bakıyor gözucuyla. Yeniden kapıyor gözlerini. Koskocaman bir boşlukta adamın elleri kalçasında. Kadın, yükseliyor ve iniyor. Yükseliyor ve iniyor. Adamın elleri kadının kalçasını sıkıştırıyor an an. An an çifte dönüyor inlemeler. Sonra tempo yükseliyor. Kadın kendi elleriyle göğüslerini seviyor. Adamın elleri, kadının kalçalarını boşluğa bırakıp göğüslerine yöneliyor:
"Harika.... "
"Harika....." "Bebeğim.... Canım....."
"Harika.... Bebeğim... Canım..."
Kadın düşünüyor. Kadın şaşırıyor. Duymak istedikleri sözcükler, sevgilisi olmayan bu adamdan geliyor. Yanlış adamdan.
Kadın yanlış adamı inletiyor. Sözcükleri duyulmaz olsun. Tükensin istiyor. İniltileri adamın, dağ başında yankılanıyor. Dağın tepesine çıkıyor adam.
Kadının kanı, yatağa damlıyor. Jilet kesikleri kan damlatıyor. Kan, kadının içinden yatağa geçiyor. Başka bir adamdan kanı kadının.

Read more...

Zincirin bir halkası

15 Haziran 2009 Pazartesi

Ertesi;

"şşşşt Bora",
Tam da o sırada dibine doğru düşmemek için karanlık ve dipsiz gibi görünen uçurumun, bir elimle sıkı sıkıya kavramış olduğum ardıç ağacının dalını bırakmak üzereydim. Ayaklarım boşlukta o kadar güzel salınıyor ve o kadar da rahattı ki...
"şşşş Boracığımmmm",
Sesin bana gittikçe yaklaştığını farkedebiliyorum şimdi. Uçurumdan aşağıya bakıyorum, eskisi gibi karanlık değil, diplerine ve derine gittikçe koyulaşan karanlık yerine derinden ve diplerden yukarıya, can havliyle düşmemek için tutunmuş olduğum ardıç ağacının koluna(artık bir dal değil o) çoğalarak ve gizde kalmış ne varsa açığa çıkararak yaklaşan aydınlık...
Aydınlık yaklaştıkça da bilmeye başlıyorum,
"Günaydın tatlı şey",
"Günaydın canım. Nereye geldik?"
Garip garip yüzüme bakıyor.
Yatağımda geriniyorum. Kollarım yastığımın ardına başımın üstünden arkaya doğru dönüyor. "Ohhh" ile "Oww" arasında garip bir inilti çıkarıp,hafifçe kıpırdanarak, kalçalarımı ve belimi yatağın en rahat olduğu yere korunmasız bir biçimde iyice seriyor ve yerleştiriyorum.
"Kalk hadi tembel şey, günü kaçıracağız"
Öyle halsizim ki bunu dillendiriyorum.
Elindeki fotoğraf makinesini bırakıp yanıma geliyor, sol elinin içiyle alnıma dokunuyor, "biraz ateşin var" diyor düşünceli düşünceli. "İstersen kahvaltıyı odamızda yapalım ne dersin?"
"Ihhhh" diye inliyorum. "Azıcık zaman verirmisin bana".
"Peki"
Gözlerimi kapatıyorum. Uykumun her neresinde kaldıysam oradan devam edebileceğimi umarak. Ama hala aydınlık.İyice yumuyorum gözlerimi. Evet oluyor gibi azıcık karanlık buluyorum bir yerlerde. Hızla ilerliyorum içine karanlığın, işte az evvel tutunduğum ardıç ağacının kolu orada. Ver elini ardıç ağacı...
"Şrraaak"
Deklanşörün sesini nerede olsa tanırım. Uyku ile uyanıklık arasında bile. Gözlerim uyarısız açılıyor birden. Duygun tam karşımda,bir ayağını kendi yatağının üzerine atmış, sırtını küçücük odamızın banyo duvarına yaslamış, bir gözü vizörde bir gözü bende, iyice gerilmiş diğer ayağı yerde taş zemine sıkı sıkıya yapışmış, bedenini iyice arkaya gererek tüm ağırlığını duvara ve yerdeki ayağına aktarmış bir biçimde fotoğrafımı çekiyor. Ayak bilekleri o kadar gerilmiş ki, bir kadında bu kadar güçlü kasların olabileceğine inanamıyorum. Bir kez daha basıyor deklanşöre,
"Lütfen yapma" diyorum. Umursamıyor.
"Canlan biraz"
Ben bitkin halimle yatağımda ve beyaz çarşafların arasında bir fareye, o ise elinde tuttuğu sihirli zaman kıskacı aletiyle bir kediye benziyoruz. Ben karelere yansımak istemedikçe o kareleri üzerime geçirip deklanşöre basıyor, yakaladığı her kareden memnun gülümseyerek, yeni bir kare için pozisyonunu ve duruşunu değiştiriyor.

Her ne kadar poza yansıyan benmişim gibi görünsem de, aslında onun fotoğrafımı alabilmek için aldığı pozisyonlar, yay gibi gergin vücudu, her hareketinde bacaklarının ve kasıklarının yeni bir detayını gözlerimin önüne seren kısacık eteği, içine giyilmesi ihmal edilmiş sütyensiz penye ve incecik tişörtünün, her iki yanına simetrik dağılmış siyah ve kabarık iki nokta.
İşte bu durum rolleri an ve an değiştiriyor.
Toparlanıyor, Kendi yatağının üzerine dizlerinin üzerinde çöküyor. Sırtını bu kez tam karşıma denk gelen banyo duvarı ile kesişen penceresiz duvara yaslayıp konumlanıyor. bacakları o kadar gergin ve zaten oldukça kısa olan eteği beline doğru o kadar çok toplanmış ki,kasıklarının her hareketini izleyebiliyorum. Öne eğildikçe göğüsleri büyüyor ve dolgunlaşıyor, geriye doğru çekildiğinde ise kasıklarına yayılan bol dökümlü, hafif ipekli kumaştan koyu renkli ve kelebek desenli, eteği kalçalarını iyice açığa çıkararak dökülüyor. İşte o an iyice kabarmış, siyah bir gizemli üçgen ile yüzyüze buluveriyorum kendimi. Dantel dokusu ise belli belirsiz ip uçlarını kazıyor belleğime.Kırmızı şeritleri gidilebilecek olası yolları betimliyor gibi..
'Ah bu haliyle gelip te kucağıma bir otursa', Bunun bir duası varsa bile ben bilmiyorum.

Birden bire yatağında hoplayarak öne geliyor. Ayaklarını yere uzatıp yavaşça ayağa kalkıyor, Fotoğraf makinesinin sarma motorunun düğmesine basıp geriye sarıyor çektiklerini.
"Film bitti" Diyor. Yanakları kızarmış bir perçemi sol gözünün üzerine düşmüş, Hafifçe dudaklarını büzüp yukarıya doğru üfürüyor. Perçemi de havalanıp eski yerine konuveriyor usulca. Elimi fotoğraf çantasına doğru uzatıp işaret parmağımla, "orada" diyorum. Hiç ikiletmiyor.

Dar ve biçimli kalçalarını sallayarak kırıta kırıta sandalyenin üzerinde duran fotoğraf makinesi kutusuna doğru yöneliyor. O kadar gerilmiş ve sertleşmişim ki, sol elim çarşafın altında kasıklarıma doğru yöneliyor. Sertçe ve tüm gücümle sıkmaktan alamıyorum kendimi. Öyle yoğun bir enerji ve öylesine kurulmuş bir saatli bomba yerleştirmiş ki kasıklarıma, tek başıma patlamaktan korkuyorum.

Kurulmuş bir yay, zembereğin önüne dayanmış koca bir mızrak, ve birinden biri kopacak yerinden, bunu bir yerlerden anımsıyorum....

Birden gerisi geriye dönüyor. Bir şey sormak için hazırlandığı o kadar kesinken duraladığını farkediyorum. Çarşafın altından yukarıya doğru sivrilmiş yukseltime takılıyor bakışları. Bir elimin görünür bir yerlerde olmadığını farkedince iyice afallıyor.
"Sen bir şey istiyor musun diye soracaktım çantandan" diyor.
"Bir sigara" diyorum "Yakıp ta verebilir misin bana"
Gülümsüyor. Eğilip fotoğraf kutusundan filmi alıyor. Tecrübeli parmakları ile makinaya yerleştirip hafifçe sarıyor filmi. Bir yandan göz ucuyla çarşafın altındaki elimin belli belirsiz kıpırtısını takip ediyor...

Filmin güvenli bir biçimde takıldığından emin olduktan sonra, fotoğraf makinesini sağ elinin avuç içine oturtarak yatağımın kenarına geliyor. Sol eliyle sertçe ve hızla altına gömülmüş olduğum çarşafı çekip alıyor üstümden. Bir veya iki adım geriye gidiyor, gerilmiş bacaklarım yatağın dışına öyle taşmış ki. "Biraz yukarıya çıkarmısın" diyor. Toparlanıp yukarıya çekiyorum kendimi. Eğilip yastığımı düzeltiyor. Yeniden yaslanıyorum yastığıma. Ancak bu sefer başım değil sırtım yastığa gömülüyor.
"İşte oldu" diyor. Sol eli sağ omuzumun hemen yanında yastığa yaslanıyor. Hareket ettikçe tam göz hizamda belli belirsiz salınıyor göğüsleri. başımı azıcık eğsem ve aralasam dudaklarımı, tam da dalından ısırarak yiyebileceğim olgun bir meyvayı andırıyorlar.
"Beni bu haldeyken çekmeyeceksin değil mi"
"Fotoğraflarını mı?"
"Hıhı"
İyice yaklaşıp gözlerini gözlerime dikiyor. İşte uykumun arasında uyanıp ardıç ağacının elinden düşüp aydınlıkta kaybolduğum yer burasıydı diyorum. İri kara ve alev alev yanan göz bebeklerinin içindeki dipsiz heyecan dolu fırtınalar...
Fotoğraf makinesini elinden bırakıp alnıma dokunuyor.
"Hala ateşin var senin"
"Söndürelim mi"
Birlikte kikirdiyoruz.
Ardından birden bire göz bebeklerinden bir yangın fışkırıyor üzerime. Korunmasızım.
Sertçe dudaklarıma yaslıyor dudaklarını. Önce hiç bir şey olmuyor. Pamuğun pamuğa değişi, bir damla serinliğin koca bir okyanusa dönüşmesinin ilk hamlesini yaşıyor gibi oluyoruz. Kalıveriyoruz ağız ağıza. Gün doğmuş, traktörlerin tarlalara doğru uzaklaşan sesleri doluvermiş te odaya. İnsanlar canlanmış, doğa canlanmış...

Uzun çok ama çok uzun bir bekleyişin ardından ıslak nemli ama oldukça kıvrak bir alev topuna dönmüş dili ile yeniden zorluyor dudaklarımı. Aralanıyorum. İri, ağır oldukça paslı bir kapı büyük bir gürültüyle dönüyor menteşelerinde. Hayır hayır aslında yerinden kopup bir yerlere savruluyor...

Aniden sıkıca sarılıp üzerime çekiyorum bedenini. Titreyen bir yaprağın ağır bir çekicin altında ezilmesi gibi bir şey oluyor sonra. Sol elimi uygunsuz yerlerimden bulup çıkarıyorum. İşaret parmağımla belinin en saygıdeğer yerine usulca dokunup sertçe ısırıyorum dudaklarını. Ve 'duralım' diye fıslıdıyorum.
"Buradan geçebilirsem eğer sonsuzluğuna da erişebileceğim senin".
Kıkırdıyor,kulağıma doğru yaklaşan sıcak nesefinde belli belirsiz yakalıyorum sorgu yüklü kelimelerini
"Bu senin için bir teslimiyet mi?
"Sigara içmek istiyorum"
"Ah unutmuşum bir dakika"
Çabucak üzerimden kalkmaya yelteniyor. Bırakmıyorum. Bir kez daha kollarımın arasına düşüyor. İyice sıkıp bedenini bedenime bastırıyorum, Saçlarını elime dolayıp sertçe dudaklarını dudaklarıma bastırıyorum. Canını yakmak üzere alt dudağını iyice emip dişlerimi geçiriyorum dolgun kırmızısına.
Kollarım açılıyor. Hızla kalkıyor üzerimden, Doğruluyor, Saçlarını savurup arkaya atıyor. Bir eliyle bileğine geçirdiği tokasını çekip alıyor ve saçlarını arkaya topluyor. Sandalyade hemen fotoğraf makinesi kutusunun yanında bulunan el çantama uzanıp bir sigara paketimi ve çakmağı buluyor, ve karşıma kendi yatağının üzerine oturup paketin üzerinde gezdirmeye başlıyor incecik parmaklarını.
"Sigara içmeyi çok mu istiyorsun"
"Evet"
"O zaman söylediklerimi yapmaya başlasan iyi olur"
Dudaklarının kenarında biriken alaycı gülüş birden bire boşalı veriyor Duygun'un. Öylesine şuh öylesine çekici bir ifade gelip yerleşiyor ki göz kapaklarına göğsüm titriyor. Nefes alış verişimde bir düzensizlik farkediyorum. Konuşacağım ancak sesimi bulamıyorum ki hala. Yok Kayıp, yine de belli belirsiz mırıldanabiliyorum
"Hıhım".
"Çıkar şunu üzerinden"
Elim boxer'ımın üzerinde yumuşak bulduğu yollardan geçip belimin olduğu yerdeki lastiği kavrıyor ve aşağıya doğru çekiyorum çamaşırımı. Doğal olarak takılıyor. Gözlerim Duygun'un hareketlerine öylesine kilitlenmiş ki tersliği o benden daha önce farkediyor ve gülüyor. Ancak bir kaç çekiştirme ile kurtulmayı başarıyorum çamaşırımdan. Sertliğim bir kaç defa kendi yörüngesinde iler geri salınıp eski pozisyonuna geri dönüyor, bozuntuya vermeyip dimdik bir biçimde zamanın geçişini kendine has tik takları eşliğinde belirtmeye devam ediyor.

"Bana doğru dön biraz"
Bir elimle yatağa yaslanıp diğer elimle yastığımı altımdan çekip, duvara çeviriyor, popomu kıpırdatarak kasıklarımı ve sertliğimi en iyi görebileceği pozisyona sokuyorum. Dizlerimden aşağısı yatağın kenarından sarkıyor şimdi. Ve karşısında çırıl çıplak ve tamamıyla dolu, hatta dizgin, oldukça kıpırtılı iyice yerleşiyorum.
"Tamam mı?"
"Oldukça iyi. Söyle bakalım hala ıslak mı tercih ediyorsun"
Alnımı ter basıyor. Derin bir soluk alıp derin bir "ohh" veriyorum dışarıya.
"İzle şimdi"
Aynen benim yaptığımı yapıp aldığım pozisyona getiriyor kendisini. Artık onunda kendi yatağının ait olduğu duvarına yaslanmış bir yastığı, o yastığa yaslanmış alımlı bir sırtı, benim de karşımda bacakların arasından tüm kasılmalarını izleyebileceğim muhteşem bir manzara var. Belli belirsiz titrediğini farkediyorum. Elleri yeniden sigara paketimle buluşuyor. Bacaklarını karşımda iyice ayırıp, sağ eliyle kasıklarının önüne biriken eteğini toparlayarak yukarıya beline doğru çekiyor.
"İyi mi böyle"
"Off Duygunn"
"Serseri seni" diyerek kapağını açıyor paketin içinden bir tanesini çekip çıkarıyor sigaranın. Parmaklarının arasında iyice yuvarlayıp dudaklarına götürüyor. Bacaklarını iyice gerip önümde sallıyormuş gibi yapıyor. Artık onun iyice dolmuş, dantelin dokusunu yırtarak birden bire fırlayacakmış gibi kabaran nefis üçgenini saklıyormuş gibi kuşatan ama aslında tamamen, bütün kıvrımları ve yuvarlaklarını ortaya çıkaran çamaşırı ve ardında olan biteni ile baş başayım. Arada hiç bir örtü yok. bunu bilmenin keyfi yüzündeki gülümsemesine de yansıyor artık.
"Böyle mi"
"Iııh"
"Tarif et bana" o kadar kesik ve içten söylüyor ki bunu sözünün başlaması ile bitmesi bir oluyor.
"Hadi yönlendir beni"
"Önce Tişörtünden kurtulalım mı ne dersin"
Sigarayı dudaklarından alıp çarşafın üzerine bırakıyor ve iki elini belinde tişörtünün üzerinde çapraz birleştirip, ani bir hareketle tişörtünü sıyırıp atıveriyor başının üzerinden. Gözleri kasıklarıma kitlenmiş, soluk soluğa kalmış göğüsleri bir inip bir kalkıyor ve ben tenindeki her kıvrımın nerede başlayıp, hangi hareketiyle nerede sona erdiğini görebilmenin keyfini çıkarıyorum.
Sırtını yeniden yastığına yaslıyor ve elleri ile az önce çarşafın üzerine bıraktığı sigarayı arayıp buluyor. Yeniden dudaklarına götürmek üzereyken birden durduruyorum onu.
"Hayır orası değil."
Gözlerini yavaşça kasıklarımdan alıp, üzerimde gezdire gezdire, önce göğüslerimde dolaştırıyor, sonra dudaklarımda duralıyor, ardından gözlerime sabitleyip yutkunuyor. Hızlı hızlı soruyor,
"Nereye gitmeliyim"
"Gözlerini kapatır mısın?"
"Hayır senden kopmak istemiyorum"
"Peki, O halde yavaşça aşağıya inelim" Aramızda bir kaç metre mesafe olmasına rağmen ellerindeki o hafifliğin teninde dolaşan tüy ile yarışacak kadar narin olduğunu hissedebiliyorum. Bir elini sol kasığının başladığı yere yaslamış, diğer elini çılgın bir seromoni ile, içilmeye hazırlanan sigaraya adamış bir biçimde belli belirsiz kıvranıyor karşımda şimdi.
"Göğüslerine sürmelisin"
"Alçak, beni deli etmeyi beceriyorsun"
Filtrenin az evvel ıslanmış olan dokusu, doğal pembeliklerine dokundukça benim de sağ elim ister istemez kendi boylamımda bir koordinat yakalamış ıssız tepelerinden aşağıya yuvarlanmaya başlıyor sertliğimin. Yarı kısılmış gözleri ile kendi bedenimde dolaşan elimi izliyor kuruyan dudaklarını diliyle ıslatıyor, kasığına yaslanmış eli bir kedinin pençesinin avına saplandığı gibi kasıklarına batıyor, hafifçe inliyor karşımda şimdi. Nikotin kokusunun, vanilya kokan göğüs uçlarıyla birleştiğinde oluşan aromayı yudumlamak için yumuyorum gözlerimi.
Ardından hayal etmeye başlıyorum.
"Şimdi göbeğine doğru ve yavaşça"
Eli hafif bir yay çizerek, sabah güneşinin belli belirsiz vurduğu karnındaki tüylerinin üzerinden dokunmakla dokunmamak arasında bir sürtünme ile yavaşça eğriliyor. Ancak göbeğinde çok fazla oyalanmıyoruz. Tam da çamaşırının başladığı yere geldiğinde birden duruyor. Hafifçe doğrulup şaşkın ve utanmış bir halde birden bire az önce beline topladığı eteklerini yeniden bacaklarının üzerine yayarak oturuyor.
"Tanrım ne yapıyoruz ki biz"
Bu bir kopuş değil biliyorum. Sadece olana bitene karşı biraz aykırı düşmek. Ama düşmek ya işte.
Ben de toparlanıyorum çabucak ve elimi uzatıyorum ona. Sıkıca tutunuyor parmak uçlarıma ve yanıma doğru çekiyorum titreyen bedenini. Ürpererek sokuluyor tenime teni...
Bir elinde biraz sonra içmeyi umduğum ve hala istediğim gibi ıslanmamış olan sigara yanıma uzanıyor, yastığa gerek duymuyoruz biz artık, Kolumu uzatıyorum boynunun altına, diğer elimle saçlarına taktığı lastik tokayı çıkarıyorum.
"Böyle çok daha güzel" diorum yanağından öperken.
"Böyle çok daha rahat" diye mırıldanıyor belli belirsiz. Bir an gözlerime bakıyor, gülümsüyorum.
"Aha ha"Kıkırdıyorr. "Gamzelerin ne güzelmiş senin"
"Dokunsana onlara"
Göz kapakları yeniden kısılıyor. Dudaklarını büzüp bacaklarını açarak iyice uzatıyor yatağa. Yanağımı uzatıyorum. Gamzelerimden değil kulaklarımdan başlıyor öpücükleri. Usulca elini alıyorum çarşafların üzerinden, bir serçeye dokunuyorum şimdi, okşuyorum, sertliğimle tanıştırıyorum biraz sonra. Bir martıyı uçuruyorum avuçlarımda..

Önce ürkek, ardından bütün kaygılarıyla bir hamlede yenişip, olağanüstü bir ritmle inip çıkmaya başlıyoruz bana ait olanı, ve biliyoruz ki birazdan bize ait olacak her şey. Ve ardından...
"Hala sigaranı içmedin" diye fıslıdıyor kulağıma.
"İlk nefes senin olacak"
diyerek bu kez de ben ısırıyorum dudaklarını Duygun'un.
Bir süre daha eli elimin içinde, inip çıkıyoruz yokuşu hızlı hızlı. O kadar sıcak o zarif, o kadar yumuşacık ki elleri, patlamamak için pimlerini ve yaylarını, perçinlerinden söküp duruyorum sürekli saatli bombamın. Ve kurulu vucutlarımıza inat...
Şimdi diyorum, hala içememiş olduğumuz sigarayı, alıp ilk gelen damlalarım ile buluşturuyorum filtresinde,
"İşte artık içime hazır"
Sigarayı hafifçe araladığı dudaklarının arasına yerleştirip çakmağı uzanıyor ve tutuşturuyorum. Derin bir nefes çekip dudaklarında gezdiriyor dilini, arada bir yutkunuyor...
Usulca kalçalarından kasıklarına doğru kayıyor elim, parmak uçlarıma basa basa çamaşırının üzerinde ilk yürüyüşüm onun, ve bu bile beni çıldırtmaya yetiyor...
Ben adım adım ilerledikçe, o da bir eliyle beni sıkı sıkıya kavrayıp çekiştiriyor, iyice boynuma sokuluyor, dudaklarıyla yanaklarım ile kulağımın arasında sıcak nefesini gezdiriyor, bazen bir ısırık, bazen bir öpücük eşliğinde tenime dokunuyor,
"dokun bana lütfen dokun" diyerek inliyor,
"Oh bu güne kadar içtiğim en keyifli ve tatlı sigara bu" diye fıslıdıyor kulağıma.
"Tamam şimdi onu bana ver"
İsteksiz isteksiz boşta kalan elimi bulup tutuşturuyor elime sigarayı Duygun.
Birden bire avucumu olanca gücüyle az önce bacaklarının arasında dolaştığım yeri avuçlayacak şekilde bastırıp sıkıştırıyorum. Önce kasıklarını sıkıca birleştirmeye kalksa da daha bu tepkisinden hemen vaz geçip, dolu olan eline odaklanıyor o da. Ona hissettirdiğim basıncı bana hissettirebilmek için beni iyice sıkıyor, bir zaman sonra yeniden boşaltıyor dolu olan elini. Diğer eli ise kısacık saçlarımın arasına hırsla dolaşıyor, tutunmak ister gibi saç diplerimi yokluyor tutunmayıp vazgeçiyor ardından.

"Birazdan hasat zamanı başlayacak sevişmemizin"
" Ve birazdan sen ve ben, artık biz kokacağız."

Sonra kasıklarını sıkıca kavrayan çamaşırını iyice aralayıp diğer tarafa öteliyor, orta parmağımı, önümde daha yeni açılmış olan kuytuluklara sertçe bastırıyor, ıslaklığını hissederek coşuyor, hızımı alamayarak klitorisine çıkıyor, orada hızla bir kaç tur atıyor, sonra geldiğim yere yeni keşfetmeye başladığım okyanusun çukuruna bir kez daha dalabilmek için hızla aşağıya yuvarlanıyorum.
Bir çocuğun topacını çevirişinde aklım.
Neden sonra bacaklarını iyice açarak sigaramı en umulmadık yerde, ama ateşini asla söndürmeden, iyice ıslatıyor ve kendimi ondan biraz uzağa çarşafların üzerine atarak, sigarayı dudaklarımın arasına alıp içmeye başlıyorum.
Sıkıca sarılıyor bana yeniden. Göğüs uçlarımdan minik ısırıklar alıyor. Bir eli hala okşuyor penisimi.
"Bana da verir misin?"
"Bu ikimizin tadı Duygun" Diyorum sigarayı uzatırken.
Uyumla sigarayı dudaklarına yerleştirmeden önce iyice dilinde dolaştırıyor filtresini, tatlı tatlı gulumsuyor bir süre.
"Oldukça mayhoş"
Bir kaç nefes çekerek yine bana uzatıyor ardından, sonra ben yeniden içime çekmeye hazırlanırken son kalan bir kaç nefesi, yavaşça doğrulup yüzünü bacaklarımın arasına gömerek elleri ile sertliğimi sıkıca kavrıyor, dili oldukça kıvrak...
"O bitmek üzere ama bunun tukenmesi mümkün değil"
diyerek kikirdiyor, kalçalarını hafifçe sallıyor önümde ardından iyice gömülüyor kasıklarımın arasında yükselen devinime.
Boylu boyunca dudaklarının ateşiyle kasıklarımı en dibinden en uca kadar yalazlayarak tutuşturuyor, ardından ağzının olanca ıslaklığı ile yaktığı yerleri söndürmeye yelteniyor, bu böyle sürdükçe sürüyor bir zaman..
Bütün ellerimi boşa çıkarıp çarşaflarda tutunacak bir yer arıyorum telaşlı, bulamazsam yitipte gideceğim bu açık.

Israrlı başı inip kalktıkça, baştan aşağıya sırılsıklam serinlik, daha da aşağısı artık batı rüzgarları..
"sakın gelme, sakın gelme".
Öylesine dalmışım ki sigaranın bittiğini farkedemiyorum hiç. Neden sonra parmaklarımın arasına kadar inen ateşin ısısı...
Yerdeki taş zemine söndüğünden iyice emin olana dek bastırıyorum izmariti.
Yeniden doğrulduğumda, Duygun'un kalçasını yüzüme iyice yaklaştırdığını farkedebiliyorum. Harikulade biçimli poposunu ellerimle kavrayıp iki yana doğru esnetiyorum.
Öyle narin, hafif yukarı kalkık ve öyle davetkar görünüyorki aralıklarından kuytulukları, kendimi bırakıyorum coşkuya.
Sağ elimi hızla bacaklarının arasına sokup, az evvel kaldırıp diğer yanına ötelediğim çamaşırının ıslaklığına kavuşuyorum. Parmaklarım ilerledikçe kalçaları daha da fazla benim oluyor... Dudaklarımın hizası müthiş bir alaca karanlık. Tüm kıvrımlarına dokunacak kadar yakınım. Ve bu buluşma çok geçmeden gerçekleşiveriyor.

Tuzlu tadı içime akıyor şimdi. Serin serin buzlu buzlu birden bala dönüşüveriyor damaklarımda.

O ellerimin üzerinde kıvrandıkça, ben kalçalarını iyice yana açıyor, dilimi yeni yeni keşfettiğim, kaygan, nemli, bahar kokulu kuytuluklarında gezdirmeye çalışıyorum. Her girişimim bir yol buluyor kendine, her girdiğim yerde ise sarhoşlukla buluşuyorum.
Neden sonra aklımıza geliyor çamaşırını söküp atmak belinden. Bir bacağını üzerimden geçiriyor, iyice yerleşiyor omuzlarımın üzerine ve bastırıveriyor dudaklarımın arasına butun gucuyle kendini,
Onun ruhu artık avuçlarımda, benimkisi çoktan ele geçirilmiş.
Yıkıldıkça yenilenen, yakıldıkça tazelenen, okşandıkça büyüyen bir savaş bu.

O ileri hareketlendikçe, dudaklarım devam ediyor içindeki yolculuğuna, ben yol aldıkça bu kez de o, dişleri ile minik ısırıklarını alıyor penisimden,sıkıyor,sıvazlıyor, yanaklarına sürüyor, inliyor, mırıldanıyor, ofluyor ve daha da hızlanıyor.
Eriyip gitmeye başlıyoruz mum gibi.
Oysa gün daha yeni başlıyor.
Kasıklarımda biriken, yüzeye fırlamak, değdiği, yayıldığı yerleri yakıp yıkmak için bekleyen o mağma, o kızgın eriyik, demirden ve lavdan, oldukça saf, oldukça basınçlı şey....

Onun sıcacık öpüşlerinde kendine çıkacak bir yol arıyor, bulabildiği bir öpücük...
Önüne katıp sürüklediği ne varsa, olası bir anı kolluyor, o tepe senin, bu dağlar benim içimde dolaşıyor, bazen bir kar topağı, bazen bir bulut, kocaman bir denizin içinde yuvarlanıyor sanki... Ansızın iç dalgalarımla çatışıyor, küçük dağlarımı ezip yerle bir ediyor çarpıyor dağılıyor.
"Sakın Gelme"
O Böyle dedikçe daha da sert dilim, daha bir hırsla ısırıyorum ele geçirdiğim yerlerini. Neyi varsa artık bacaklarının arasından süzülen, yudum yudum oluyor.
Birden kasıklarımı sıkıyor, iyice tepeliğime oturtuyor dilini. Minik kısa ama bitirici darbeler eşliğinde bir yandan içine çekiyor beni, bir yandan kasıklarını iyice yüzüme bastırarak dudaklarımın arasında umarsızca geziniyor.
"Dokun bana"
"Ama ben yerim ki seni"
Kalçalarını sıkıca kavrayıp dilimi içine geçiriyorum sıkıca.
Önce hafifçe titriyor, Sonra kasıklarında bir fırtına kopuyor. Güçlü bir çığlık kopuveriyor birden. Kıvrandıkça bir elim güğüslerine sıkıca tutunuyor, düşmemek için.
Diğer elim klitorisinden aşağıya bastırarak kayıyor.
Dilim artık yolun sonuna varmış,
Gidebileceği neresi kaldıysa artık
İşte tam da orada.
Dahası varmı yolun?
Son bir hırsla gidebileceğim bir yer olup olmadığına bakıyorum kıvranarak, olmasını umuyorum.
"Şimdiii"
İyice çözülüyor ellerimde kalçaları. Bir deprem kopuyor bir yerlerinden, çoğalarak kasıklarından göbeğine, oradan dudaklarına, dudaklarından diline, dilinden penisime akıyor, penisimden içimdeki dağlara, kayalıklara, sessiz kentlerime ulaşıyor ve sonra...
Kesintisiz, güçlü, ve arkası uçurum bunun.
Sonrasında her şey yıkılıyor ardı ardına,
Çarşaflar yırtılıyor..
Ve bende patlıyorum dudaklarında,
Neden sonra bacaklarıma yığılıpta kalıyor.
Bense hala sallanıyorum,
Ardıç ağacının kollarından,
Aşağıya ama karanlıklara değil,
Onun tamamen tukenmiş bedeninin tam üstüne.

Read more...

mektup

10 Haziran 2009 Çarşamba

hiç arzulamadığın bir bedenim
zorla sahip olmalısın bana
dinlediğin ninniler kadar saf değilim
bilmediğin bir evde
hiç uyumadığın bir yataktayım
tahmin edemeyeceğin düşlerleyim

duvarlarına yalnızlık astığın bir odadaysan
nefes alamazsın
tavanından meniler akan bir odadaysan
aşık olamazsın asla
onların tavanından ter damlar..

hiç arzulamadığın bir bedenim
zorla sahip olmalısın bana
birleşen basınç alanları
fırtınalar koparmalı derimizin altında
sel ıslaklığında durulmalı dokunmalar

ancak biz insanlar intihar ederiz
ancak siz insanlar hafife alırsınız sevgimi
bakışlarına gözyaşı damlatma
volkan kusmuğu sessizliğin acı veriyor
sana doğru gelemiyorum hiçleştiğim yönsün..

ayın kıskançlığıyla izlemeliyim
kirpiklerinin döktüğü ışığı
(billur kıvamında katışıksız acı)
tenimin tenini nasıl yansıttığını
saçlarında kötü niyetin yittiğini görmeliyim

bir balta ol ve kes mahrem yalnızlığımı
işte böyle yatışır el değmemişliği sensizliğin
diğer yarıkürenin gecesi olmuşsun
çaresizliğimde gitmesini bekliyorum güneşin
bana döneceğin güzyüzlü baharda
hüzün doğurdum avurtlarımdan

hiç arzulamadığın bir bedenim
zorla sahip olmalıyım sana..

Read more...

AŞKIN ''SORGU'' HALLERİ

7 Haziran 2009 Pazar



Şimdiki anla,duyduklarım ve öğretilenlerle bir bağ kurmaya çalışıyordum kendimce.Beynimi ne kadar zorlarsam zorlayayım kalbim haklı çıkıyordu her defasında.Kızıyor,öfkeleniyordum kendime.Olmam gereken yer burası değildi.Hatta kalbim ne demeye böylesine delice çarpıyordu.Elimi kalbimin üzerine koydum.''Yeter artık,yeter.Kes şu aşk deminden vurmayı''Aniden derin nefes almaya çalıştım,Yüreğim sıkışmışçasına.Sanki boğazım düğümlenmiş gibiydi.

Yüreğimde olup bitenleri anlamış gibi,ellerimi ellerinin içine aldı.Hafif bir tebessüm ekleyip dudaklarına,usulca dudaklarıma bıraktı.

''Ah sen.Vazgeçmek için savaş verdiğim,ve yenildiğim tek yanımsın.''sözü dökülüverdi birden beynimi onaylar gibi.

''Boşver''dedi ''Boşver şimdi kendinle hesaplaşma zamanı değil.Anı yaşa.''

An neydi?Benim bütünüm müydü?Yoksa benden çok ayrı gezen bir parçam mı?Beynimdeki ses kulaklarımı sağır edercesine bağırıyordu.Bense her seferinde kulaklarımı tıkayıp duymazdan gelmeye çalışıyordum.

Gelip yanıma sokuldu.Öylesine naifti ki elleri.Öylesine hassas.Sırtımı göğüslerine dayayıp sımsıkı sarıldı.Soluğunu ensemde gezdiriyordu.Öylesine huzur dolduki o an içim.''İşte dedim.An bu''Dudaklarını gezdirirken boynumda.Kapatıp gözlerimi bende ki yerini aradım.Bulup çıkarmaya korkuyordum.Öylesine ürkektimki,öylesine savunmasız.Dudaklarından dudaklarıma sızan suyun,susuzluğuma dem vurması yüreğimi ferahlatırken,ellerinin bedenimde dans etmesi çağlayan ruhumu harekete geçiriyordu.Kollarımızın arasında kendimizden geçişler AN AN tekrarlanırken,boynunda kaybolmuşluğumdan bir damla yaş uyandırdı beni.Kaldırıp başımı yüzüne baktım.Ağlıyordun.Ne söyleyeceğimi bilemeden,yüzünde öylece kaldım.

''Neden ağlıyorsun''diye suçlu bir ifadeyle sorabildim.

Gözlerimin içine bakıp;

''Seni seniii.........................''

Gerisini getirememiştin,ama ben neden ağladığını çok iyi biliyordum.

TURUNJU

Read more...

Kuytu Otluk, İsyankar Ayaklar - 2

4 Haziran 2009 Perşembe

Tam 1 hafta oldu S.... babasını kaybedeli, ziyaret etmem gerektiğini düşünüyorum. Evine giderek ziyaret etme fikri kötü geliyor kalabalıktır düşüncesi yüzünden. Telefon etmeyi ve 5 - 10 dakikalığına dışarı çıkmasını teklif etsem daha iyi. Zor bir karar aslında. "Hayır gelemem" derse ya? Bu olumsuz sonucu dikkate almamam gerektiğini bildiğim halde üzülürüm sanırım.


Uzun süre dışarıda geçirecek boş vakti olmadığı için bir alt sokağında oturan teyzemlere gidiyorum o gün. Amacım belli, mahallede onu kısa süreliğine görmek için. Telefon açıp yakınında olduğumu söylemem gerekiyor ki, bir telefon hiç bu kadar zor olmamıştı. Cep telefonları da yaygın değil tabii o zamanlar sms falan yollasam. Yıl 1993 falandı yani ne internet yaygın ya da yok, ne de cep telefonu.

Onu her aramamda önce parmaklarım titrerdi, sonra içim. Kadife gibi bir ses. Sahi biraz ondan bahsedeyim önce. S..... ile biz 17 yaşımdaydım tanıştğımızda, o ise 21. Bir gazetede sayfa sekreterliği yapıyordu, şimdi o-ooo işlerini süper ilerletmiş. Akıllı çocuktu S.... belliydi başarılı bir işadamı olacağı. Esmer, sürmeli gözlü, biçimli dudaklı, buğday tenliydi. 180'di boyu, harika bir fiziği vardı. Yakışıklı mı? Evet, çok...

Daha ilk tanıştığımız gün inanılmaz bir çekim oluşmuştu aramızda. Biz o çekimle 8 yıl boyunca devam ettik birlikteliğimize. Kişinin unutamadığı bir partneri olur ya hani, işte o unutamadığımdı benim. Neyse konumuza dönelim.

Telefon etmeye karar veriyor ve numarayı çevirmeye başlıyorum. 653 .. .. daha dün gibi aklımda numarası bile :)

Ben - Müsait misin? (telefonu o açar tesadüf)

S.... - Evet, evet müsaitim.

Ben - Fazla vaktini almayacağım, teyzemlerdeyim Şirinevler'de kısa bir süreliğine görüşelim diye aradım. Var mı o kadar vaktin?

S.... - Tamam iyi olur ev kalabalık bunaldım bende. Caddeye gel çıkıyorum hemen.

Buraya kadar güzeldi, sanki o da arasa görüşsek diye bekliyormuş.

Henüz 15 gün falan olmuştu görüşmeyeli ama yaşadığı üzüntü nedeniyle kilo vermiş olduğunu fark ettim hemen. Yüzü solmuştu. Beni görünce çok sevindi, iyi ki geldim ve aradım diye geçirdim içimden. Yürürken bir yandan da sohbet etmeye başladık. Konuştukça iyi hissettik kendimizi. Yalnız bir tuhaflık vardı, yürüdükçe yapışıyorduk adeta. Yanyana, daha yanyana, daha daha yanyana. Aramızda boşluk yoktu şimdi, sarıldıkça sarıldık. Bir yerde oturma fikri aklımıza gelmemişti, yürüyoruz Ataköy'e doğru. Sanki saatlerce yoldaydık.

Ben - Nereye gidiyoruz biz?

S.... - Bilmiyorum. Ama kaybolmayız meraklanma.

O da bilmiyordu geçekten. Yine ve yeniden ayaklarımızın oyununa geliyorduk sanki. Bir tarafımızda Ataköy'ün o süslü püslü siteleri, diğer yanımız dikenli tellerle çevrilmiş otluk, ağaçlık bir alan. Hani böyle tellerle çevrili alanlarda görürüz bazı yerleri kesik olur tellerin, öncesinde birileri o yasak alana girmek için kaldırmıştır o engeli. Kesilmiş telli bölümlerde çıkıyor karşımıza arada. Gözüm takılıyor, aklım çok fena. Arzularımın oyununa geldiğimi fark ettim.

Yürümeye devam ediyoruz bir yandan da.

Beni çok özlediğini söyledi aniden. Bende onu çok özlemiştim. Yaşadığı sıkıntılı günlerden sonra deşarj olmaya ihtiyacı olduğunu hissettim. Yürüyoruz, yürüyoruz. Sonra birden bire yine telleri koparılmış ya da kesilmiş bir alan çıktı önümüze. Durdum önünde ve gözlerine bakıp salise kadar kısa sürede uzun uzun düşündüm ve elinden tuttuğum gibi çektim sanki bizim için açılmış olan tel boşluklarından içeri. Her yer ağaç ve dizlerimizin boyunda otlarla dolu. Bundan daha iyi bir mekan olamaz o an için. Kalbim çıkacak gibi çarpıyordu, onun da öyle. Bacaklarımın dolandığını hissettim artık yürümekte zorluk çekiyorduk her ikimizde. Az daha içeriye gittikten sonra o çok özlediğim güzel ve sert dudaklarında buldum ağzımı ve dilimi. İki deliydik biz şimdi. Biz belki kimseleri göremiyorduk ama karşımızda dev gibi dikilmiş olan sitenin üst katlarında bizi görenler oluyordur belki de. Kimin umurunda?

Orada ne kadar ilerletilirse sevişme o kadar ilerletmiştik. Yani sonuna kadar. çok çabuk olup bitmişti her şey. Mutlu ve şaşkındık. S.... daha da şaşkındı. Gözlerinde ki ifade şu an bile aklımda.
Altımızda ezilen otların kokusu hala burnumda.
Cesaretime ve cesaretimize hayran kalmıştık. 5 - 10 dakikadan daha da uzun sürmüştü görüşmemiz, güzel bitmişti. Sadece S.... değil ikimiz de deşarj olmuştuk... Yapılan bu güzel ve tehlikeli kaçamağın sonunda ikimizinde yüzüne bir utangaçlık oturmuştu. Çok mutluyduk, çok...

Read more...

bir gelecek - bir şimdi, aslı geçmiş

"seni öpebilir miyim?"


hepi topu birkaç saat oldu tanışalı önceki emesen konuşmalarını saymazsak, saymayalım. hani olur ya yıllardır ahbapmışsınız gibi hissedersiniz, öyle işte.


hafifçe yanına yaklaştım koltukta. vücudunu bana çevirdi o da. birbirimize yaklaştık saliseler boyu..


"artık gitmem gerekiyor. son otobüsümü kaçırıcam. kalkalım mı?"
"istersen bende kalabilirsin.."
yüzümde bir tebessüm peydah oldu. aynıydı herkes, aynıydı tüm ilk konuşmalar. sona erdiği yer ilk heyecanların yatak olmuştu hep. hep.. birkaç aramadan sonra halledilmiştir. "tamam, geliyorum.."


gözlerim kapalıydı ve ileri doğru meylediyordu dudaklarımın kontrolündeki vücudum. bu kadar uzun süren neydi ki?


evde h de vardı. birşeyler garipti. ne işi vardı bu kızın evde? sohbet etmeye başladık. derken film izlemeyi önerdi h. o filmin hiç gereği yoktu. bir başkası olabilirdi. aşkı bunca öven bir film izlemenin ne gereği vardı ki.


dudaklarım dudaklarına değiyor yavaşça. tüy varsa dudaklarımızda, önce onlar sarılıyordu birbirlerine.


"bizim gibi birisi.. ne güzel.." diye mırıldandı h filmi raftan çekerken. oturduk karanlıkta. film izledik üç kişi, sohbet ettik, ağladım biraz yine aynı sahnelerde. h gitti sonra uyumaya..


musluktan damlayan suyun yere düşme mesafesi ne kadardır bilmiyorum, ama o damla hiç düşemiyordu. zaman öyle ağırlaşmıştı. gözlerimiz sarhoştu, dudaklarımız ayyaş.


saatler süren bir sohbet başladı tekrar. korkuyordum, can sızım çok tazeydi. cesurdu, inandırmıştı denersem incinmeyeceğime. ben bir adım geri kaçtıkça, üzerime tohumlar serpiyordu iki adım atarak. toprağımı besliyor yağmuruyla ve sürüyordu bakışlarıyla. sonra o soruyu sordu sabahın ilk ışıklarında:

"seni öpebilir miyim?"

Read more...

About This Blog

  © Blogger template Writer's Blog by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP