Zincirin ilk halkası -2-
30 Mayıs 2009 Cumartesi
Köy..
Assos'a ulaşan en kısa yolu, yani Balıkesir-Edremit doğrultusunu izleyip bilinen yollardan varmayı değil, Balya üzerinden güneye doğru uzanan yöresel dolanımı tercih ederek, köyleri, küçük kasabaları, daha turizme açılmamış yeni kazı alanlarını da görebileceğimiz, dokusu mümkün olduğunca bozulmamış, adı sanı bilinmeyen yerleri de farkedebileceğimiz bir güzergahı kullanmak istiyoruz.
Yol boyunca uğradığımız minik köylerde küçük molalar veriyor, eski evlerin fotoğraflarını çekip köy kahvelerinde birer demli çay içmeye konaklıyor, arada bir rastladığımız, daha yeni yeni tomurcuktan meyveye dönmüş, erik veya badem çağlalarından oluşan göz haklarımızı büyük bir iştah ve neşeyle, ağzımızı şaplatarak mideye indiriyoruz.
Mola için her duruşumuzda, araçtan önce o çıkıyor, arka koltukta bulunan fotoğraf makinesini kutusundan çıkarıp alıyor, bense onun kalçalarını kıvırta kıvırta aracın yanından uzaklaşmasını izliyorum. Aracı parkedip köy kahvesinde çayımı yudumlayarak etrafımdakilerle konuşurken beni buluyor neden sonra. Yakınlarımdaki ahşap bir iskemleye oturuyor, çayından bir yudum alıp. fotoğraflarını çektiği eski evlerin, taş binaların hikayelerini soruyor köylülere, soluklanıyor.
O anlatılanları dinlerken, ben de onun nefes nefese kalmış, hızla inip kabaran göğüslerine bakıyorum çaktırmadan. Boynunda biriken ter damlalarının, bedeninin yüksek tepelerinde oluşanlarla birleşip, hızla çarpan yürek atışlarının eşliğinde, derin vadilerine doğru devrilişini, yuvarlanışını ve çoğalışını hayal ederken gözlerine yakalanıyorum.
Her ne kadar bakışlarımı kaçırsamda yanaklarının kızarmasına engel olmuyor bu ve köylülerle sohbetinin arasına ister istemez bir heyecan sıkışıyor, cümleleri devriliyor ve bozuluyor. O konuşmasını toparlamak için soğuk kanlı olmaya çabaladıkça daha da çok terliyor, bense daha çok hayal kuruyorum gülümseyerek. İyice belirginleşen göğüs uçlarından, koynuna doğru yayılan terin oluşturduğu grilik iyice farkediliyor artık beyaz tişörtünde.
Sonra sözler bitiyor, hesaplar ödeniyor, vedalaşılıyor ve yol başlıyor yeniden.
Arkamızda birikiyor güle güle dilekleri. Yemyeşil ovalardan, çiçek tarlalarından, dere kenarlarından, koyun sürülerinin ve çobanlarının yanından her birine el sallayarak geçiyoruz.
Yüzümüzde bir afacanlık, içimizde huzur ve heyecan var.
Gün boyu o kadar çok yerde mola verip, o kadar çok oynuyoruz ki bu oyunu, Assos'a varışımız geceyi buluyor.
Ali cengiz...
Karanlık çöktüğünde Behram'ın taşla kaplı yollarına ancak erişebildiğimizden, köyün hemen girişinde bulunan restoranda yiyoruz yemeğimizi. O kadar çok yorulmuşuz ki, hiç uzamıyor yemek. Onu da aceleyle içilen küçük bir şişe 'yöresel' kırmızı şarapla süslüyoruz. Kalacak yer ayarlıyorlar bize restorandakiler, biz hiç uğraşmıyoruz. İhtiyaçlarımızı bagajdan alıp çekiliyoruz odamıza.
"Tozlanmışız" diyorum.
"Önce sen gir duşa istersen" diyor. "Yorgun görünüyorsun."
Öyle de yapıyorum. Kasıklarımın ağrısına daha fazla dayanacak halim hiç yok.
Çıktığımda onu yatağına uzanmış bir kitabı okumaya çabalarken buluyorum. Yüzünde bir tutukluluk dolaşıyor belli belirsiz.
"Sıcak mı su?"
"Çok değil ama keyifte yaptırıyor"
"Ben de gireyim o zaman"
"Seni bekliyor"
Kitabının arasına bir ayraç sokup bana uzatıyor. "Sanat tarihi. Bakmak ister misin?"
"Göz atarım birazdan"
Bir kaç adımda pencereye yaklaşıyorum. Perdeleri aralayıp sokağa bakıyorum.
"Geceyi yaptık."
Arkam dönük ve ona bakmadan söylüyorum bunu. Odamız oldukça küçük olduğundan ona, ihtiyaçları için kullanabileceği gözlerden uzak bir zaman aralığı sağlamak asıl niyetim.
"Çok oyalandık yolda, ama çokta güzeldi" diye sesleniyor arkamdan. "Harika bir fotoğraf makinen var".
"Onu kullanabilirsin gezi boyunca"
"Teşekkür ederim". Banyonun kapısı kapanıyor. Rahatlıyorum. Üzerimdeki havluyu kurulanmak için kullanmaya başlıyorum aceleyle. Temiz iç çamaşırı arıyorum sonra çantamda. Hızla giyiyorum bulduklarımı. Pijamalarımı çekiyorum sırtıma. Sanat tarihi kitabını alıp, odada bulunan iki yataktan birine, onun seçmediğine atıyorum kendimi. Başımın altına, tam da koltuk altımı ve sırtımı destekleyecek biçimde bir yastık tıkıştırıyorum. Sayfalara bırakıyorum yavaşça gözlerimi. "Rembrand'ın tabloları", Rodin'in biçemleri, Angelo'nun........
Derken yer çekimi azalıyor yavaşça, hafiflemiş, rahatlamış gevşemiş...
Kayıp gidiyor bedenim ellerimden, göz kapaklarım ağırlaşıyor sonra.
Ve o gece hiç bir şey olmuyor aramızda.
Sürecek...